İlk iki günün ardından İstanbul'dan Trakya'ya geçme zamanı gelmişti. Güne yine erken başlayıp öğleden önce direk Salacak'a inmeyi, Kız Kulesi'ni yakında görmeyi ve akabinde Beylerbeyi'ne geçip oradan da karşıya geçecek şekilde planlamıştık.
Planlarımıza uygun olarak güne başladık.
Günün erken saatlerinde hazırlıklarımızı tamamlayıp, İstanbul'a veda etmeyi planladığımız gibi uygulamaya başladık. İlk durağımız Haydarpaşa Limanı ve Harem Otogarı üzerinden Salacak Sahiline indik. Burada Kız Kulesi'ne doğru yaklaştıkça kalabalık artmaya başladı. Sahil kenarında herhangi bir İspark veya otopark imkanı olmadığı için biraz mesafe bırakarak Kız Kulesi'ne yakın bir mesafede sahile aracımızı bırakarak sahil boyu yürümeye başladık. Kız Kulesi hizasına gelene kadar onlarca kare ile gezimizi kayıt altına aldık ama teknik bir yanlışlık nedeni ile çoğu karemiz silindi gitti.
Vakit darlığı nedeni ile Kız Kulesi'ne çıkmaktan vazgeçtik. Boğaz turlarına katılmak istedik ancak yine vakit sorunu engel oldu çünkü akşam üzeri Kırklareli Pınarhisar'da davetli olduğumuz bir düğün vardı. Bizde Kız Kulesi önünde Filizler Köftecisi'ne oturduk. Bilmeyenler için belirtelim, Salacak sahilinde bir kaç tane kahvaltı salonu ve kafeterya var. Filizler Köftecisi ise meşhur bir restaurant. Fiyatları oldukça makul. Köfte ve ızgara çeşitleri bulunuyor. Çocuklar için üst katta oyun odası ve seyir terasları bulunuyor. Kız Kulesi karşısında bir süre vakit geçirip, burada da hem seyre hem de karnımızı doyurmaya devam ettik. Sonrasında tekrar aracımıza atlayıp Üsküdar, Kuzguncuk sahil yolundan Beylerbeyi'ne doğru yol almaya devam ettik. Beylerbeyi'ne geçtikten sonra aracımızı Beylerbeyi Sarayı'nın otopark'ına bırakarak saraya doğru yöneldik. Beylerbeyi Sarayı'nın otoparkı 0-2 saati 12 TL olarak not düşelim.
Beylerbeyi Sarayı 2. Mahmut döneminde yapılan, yandığı için Abdülaziz tarafından tekrar inşa ettirilen, Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli devlet konuklarını ağırladığı 2.Abdülhamid'in sürgün olarak son yıllarını yaşadığı önemli ve kıymetli bir sarayımız. Milli Saray'lara bağlı olarak misafirlerine kapılarını açan sarayın, giriş ücreti öğrenci 10, tam ziyaretçi 20 TL olarak belirlenmiş. Müze Kart burada geçerli değil. Girişte ödediğiniz ücret karşılığı size bir fiş veriliyor bu fiş ile elektronik rehber alabiliyorsunuz. Elektronik rehber sarayı gezdiğiniz müddetçe size nerede olduğunuzu hikayesi ve özellikleri ile birlikte anlatıyor.
Deniz kapıları, banyo binası, müştemilat, ana saray, bahçe düzenlemesi ile yaklaşık 2 saatte dolu dolu gezebileceğiniz saray pırıl pırıl yapısıyla dikkat çekiyor. İçeride foto çekilmesine çok sıcak bakılmıyor.
Beylerbeyi Sarayı'nı gezdikten sonra dosdoğru hemen üzerinden geçen Boğaziçi Köprüsü'ne bağlanarak karşıya geçtik. Ve Hasdal yolu üzerinden TEM'e bağlandık. Amacımız hızlı bir şekilde Kaynarca köyüne varabilmekti. Tekstilkent civarına geldiğimizde sıkışık bir Cumartesi öğleden sonra trafiğinin ortasına düştük ve Mahmutbey gişelerini geçmemiz tam 1 saatimizi aldı. Bu vakit kaybı biraz hesaplarımızı altüst etti. Sonrasında Silivri üzerinde Lüleburgaz'a kadar akıcı ve yoğun bir trafik eşliğinde yol aldık.
Lüleburgaz 140 bini geçen nüfusu ile adeta bir büyükşehir gibi karşıladı bizi. Yoğun bir trafik, kalabalık kasaba merkezi, aradığımız herşeyi bulabileceğimiz bir çarşısı vardı. Tabi dikkat çeken 2 özelliği kentin giriş ve merkezindeki askeri birlikle ile hatırı sayılır zirai müessese. Sokullu Mehmet Paşa Camisi ilçenin en önemli turistik mekanı. Bir kaç ihtiyacımızı giderip, kısa bir şehir turu attıktan sonra Lüleburgaz'ın ara sokaklarından kuzeyine doğru yol alarak istikametimizi Pınarhisar'a doğru yönelttik.
İstanbul'dan çıktığımızdan itibaren bizi sağlı sollu takip eden ayçiçeği tarlaları Lüleburgaz ve çevresinde de yoğun bir şekilde bizi takip ediyordu. Özellikle gün batımına doğru tüm tarlalar sarının ve yeşilin türlü tonları ile nefis bir görüntü oluşturuyordu. Pınarhisar ise Lüleburgaz'ın kuzeyinde yaklaşık 30 km uzağında başka bir Kırklareli ilçesi. Pınarhisar'a girmeden direk olarak Kaynarca köyüne güney girişinden giriyoruz. Düğün evini bulup, düğün yemeği tamamlanmadan ev sahipleri ile buluşuyoruz.
Akşamına Kırklareli düğününe katılacak olmanın verdiği heyecanla hazırlık yaptık ve düğüne yerine doğru yol aldık. Düğün köyün meydanında yapılacaktı, meydandaki hazırlıklar, köy düğününden biraz hallice biraz daha masraflı olduğunu belli ediyordu. Meydan iyice dolduktan sonra düğün başladığında Trakya halkının sahnede neler yapacağını merak ediyorduk. Ama sahne kalabalık olmasına ve neşeli yöresel türküler çalınmasına rağmen pek heyecan göremedik. Ne zaman kına için ara verildi işte o zaman dönüşü çok değişik oldu. Önce hanımlara karşılama, sonra erkeklere Kabadayı - Gayda çalındı. İşte o saatten sonra eğlence başladı. Daha doğrusu düğün koptu diyebiliriz. Meğerse herkes bunları bekliyormuş sahneye atılmak için. Keşke düğüne böyle başlansaydı dedik. 7/8 lik karşılama ritimleri, 9/8'lik oyun havaları, klarnetçinin pardon gırnatacının kendinden geçen ve etrafındakileri coşturan soloları derken zaman su gibi akıp geçiyordu. Belli bir saate kadar düğünde kalabildik. Ama düğüne dair görüşlerimizi kısaca belirtelim; bir kere Trakya bölgesi insanı çok medeni ve modern, insanlar birbirine saygılı, kıyafetleri olabildiğince renkli, Anadolu'da olduğu gibi kadınlar erkekler bölgeleri ayrımı yok, alkol isteyene serbest ki onlar içmezse düğün düğün olmaz zaten. Kimse kimseye karışmıyor, olabildiğince güvenli olabildiğince eğlenceli... Düğünü bitirmeden ayrılmak zorunda kaldık, aklımızda kaldı ama bu düğünün gece yarısı 2'den önce bitmeyeceğini etraftaki misafiler de söyledi. Bu kadar dayanacak gücümüz olmadığı gibi sabah erken saatlerde tekrar yola çıkarak Edirne'ye geçecektik. Vakit bizim için kıymetliydi.
Kaynarca hakkında biraz bilgi vermek gerekirse. Kırklareli'nin Pınarhisar ilçesine bağlı bir belde aslında burası. Buraya köy demek biraz haksızlık çünkü 3 mahalleden oluşan ve 3 bine yakın nüfusu ile neredeyse bağlı olduğu ilçe büyüklüğünde. Adından da anlaşılacağı üzere suyu bol bir belde. İçinden geçen derenin üzerinde 4 ayrı restaurant bulunmakta. Ayrıca hemen belde merkezinin ardında çok yakın mesafede küçük bir şelaleleri ve şelalenin önünde değirmeni var. Beldenin restaurantları kadar, börekçisi, fırını, meydanları ve heryere işlenmiş Atatürk sevgisi dikkat çekiciydi.
Ertesi gün erkenden yola çıkacağımız için Pınarhisar'da bize tahsis edilmiş olan Konfor Otel'e yerleşerek dinlenmek üzere düğünden gece yarısından hemen önce ayrıldık. Otelimiz bildiğimiz 1 yıldızlı bir kasaba oteliydi. Çok temiz olduğunu söyleyemeyiz ama daha iyisini arayacak da bir konumumuz yok. Bu arada Pınarhisar'ı gezmedik ama Limak'ın ilçenin girişine açtığı Çimento fabrikası ilçeye ekonomik hareket kazandırmış belki ama kenti de hem kirletmiş hem şehirleştirmiş.
Bir sonraki yazımızda Kırklareli, Edirne ve Gelibolu'yu yazacağız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.