14 Nisan 2017 Cuma

Referandum 2017

2017 yılı Nisan ayı 15'i itibari ile düşüncelerimin tarihe not düşülmesi amacı ile...

15 Temmuz 2016'da yaşanan akla mantığa sığmayacak, başkaldırı, kalkışma, darbe teşebbüsü - veya her nasıl tabir ediliyorsa- önlendikten sonrasında birlik beraberlik görüntüsü çizen siyasi partiler el birliği ile kökünü kazıyacağına, başka mecralara savruldular. Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli tarafından anayasanın değiştirilmesi, gerekirse başkanlık sistemine geçilmesi önerildi. Bu öneri iktidardaki AKP tarafından yıllardır beklenen gollük pasın gelmesiydi belkide.

Hemen kollar sıvandı bir anayasa paketi hazırlandı ve olması gerektiği gibi meclise getirildi. Bu arada bu meclise getirilen öneriyi iktidar partisi hazırlamıştı. Oysaki meclis çoğunluğunun önceliğini belirleyeceği 5-10 maddenin oy birliği ile kabul edilmesi, ardından da köklü bir değişimin hazırlanacağı bir komisyon kurulacağı bekleniyordu. Tahmin edildiği gibi maksadından şaşılmıştı. Anayasa değişikliği Türk Tipi Başkanlık sistemine indirgenmişti. Darbe girişimini önleyecek, devlet içinde mantık dışı yapılanma ve örgütlenmenin önüne geçecek, Türkiye Cumhuriyeti'nin bekasını sağlayacak hamleleri beklerken, alelacele bir sürü madde ile Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlık sistemini tartışır olmuştu. 


Anayasa görüşmelerinin başlamasından önce OHAL süresi bir kez daha uzatılacaktı. 


330 milletvekili tarafından onaylanan madde Cumhurbaşkanı önüne referandum için götürülebilecekti. Eğer bir madde 367'yi geçen sayıda onay alırsa referanduma gerek kalmadan kabul edilmiş sayılacak ve anayasanın gerekli düzeltmesi yapılmış sayılacaktı. Bu koşullarda 18 maddelik tasarı oylamaya başlandı. Meclis'teki oylamalar bir sürü ayıp altında tamamlandı. Sürekli kavgalar, cepheleşmeler, vekillerin özgür iradelerine yapılan müdahaleler, henüz davası sonuçlanmayan tutuklu/gözaltında olan milletvekillerinin hak mahrumiyetleri, oy kullanmada yapılan usülsüzlükler gölgesinde 2'şer kez oylanan maddeler kabul edilerek Cumhurbaşkanı'na sunuldu. O da beklendiği gibi konuyu halkın onayına sundu. 


Kanunlar gereği 60 gün dolar dolmaz ilk Pazar günü halkın huzuruna gidilmeliydi. Ne varki o tarih OHAL kapsamında kalıyordu. OHAL döneminde referandum yapılması ne gibi sakıncalar doğurabilirdi? 

16 Nisan 2017 Pazar günü referandum tarihi olarak belirlendikten sonra tüm siyasi partiler ve sivil topum örgütleri çalışmalarına başladılar. 

AKP ve MHP evetin öncü birlikleri olurken günler geçtikçe HüdaPar, BBP parçalı da olsa bu anayasa değişikliğine destek olacaktı. Diğer tarafta ise CHP, HDP, Saadet Partisi, Vatan Partisi, TKP, KP, HKP, Hepar Hayır grubunda bulunuyordu. Yani muhafazakar milliyetçilere karşı, liberaller, sosyalistler, sosyal demokratlar, ulusalcılar, milli görüşçüler, komünistler, yenilikçi milliyetçiler... 

Tüm partiler inmedi sahaya. AKP, CHP, MHP kısmen, MHP'nin ihrac edilmişleri, Vatan Partisi, HDP indi sadece. Tahmin edeceğiniz üzere her geçen gün seviye düştü. 

Devletin tüm imkanlarını kullanarak tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı bile... Tarafsızlık üzerine yemin etmiş, 15 yıldır iktidarı elinde bulunduran, bu süre zarfında herhangi bir yasama talebi reddedilmemiş olan, kısacası ülkenin mutlak iktidarını simgeleyen Cumhurbaşkanı, yetkilerinin daha da arttırılması ve üzerindeki kontrol mekanizmasının hafifletilmesi için bizden toplanan vergilerle yaptırdığı milyon liralar sarayını terk edip, yine bizden topladığı vergilerden oluşan bütçesiyle milyon liralar harcayarak sahaya indi. Üstelik yıllardır muhalif olan sesi susturduğu ve güdümünde haber yapan kanallardan ibaret medyayı ayağına çağırarak taht dekorlu sahnelerde demeçler/söyleşiler/röportajlar yaptı. Yani sadece bu açıdan bakılacak olursa bile başkanlık sistemine geçilmesi halinde nelerle karşılaşılabileceğinin sinyalini veriyordu. Esas son günlerde bir bomba patlattı ki yenir yutulur tarafı yok. Kendisini Hz. Muhammed ile aynı kaderi paylaştığını söyleyerek peygamberlik yolunda bile adım attı.. 


Başbakan sanki cebinden mi harcıyordu masrafları... Hayır tabiki de... O da makamının tüm imkanlarını kullanarak halkın huzuruna inmişti. Ama onun durumu biraz daha zordu çünkü anlatmaya çalıştığı şey, şu an oturduğu ve forsunu kullandığı makamın aslında gereksiz olduğu ve ortadan kaldırılması gerektiğiydi. Sanıyorum ne kendisi inanıyor bu söyleme ne de karşısındakini inandırabiliyor. Söyleşilerinde zaten inanamadığını onaylar gibi cümleler kuruyor

Diğer bakanları saymayacağım bile. Hepsi sahadalar, halka hizmetle görevli bulundukları makamlarının verdiği güç ve imkanlarla sokak sokak dolaşıp taraf oluyorlar. Öyle ki devletin tüm kademesindeki personellerde aynı şekilde sahadalardı. Valiler bile bu dönemde bildiğiniz il teşkilatının yöneticisi gibiydi.  Kraldan çok kralcılar Hayırlı İşler, Hayırlı Günler gibi dillere pelesenk olmuş günlük iyi dilekleri bile yasaklamışlardı. 

Yalnız eksik olan bir şeyler vardı. Evet tarafını savunan iktidar partisine MHP tarafı sahaya inerek destek olmuyordu yeterince. Ayrıca önlerine toplanan kalabalıklara oylanacak maddeleri ve gerekliliğini de anlatmıyorlardı. Varsa yoksa mağduriyet yaratacak konular, CHP zihniyeti ile uğraşan cümleler, bel altı vuruşlarla toplumu kutuplaştıracak söylemler vardı sahalarda. 

Karşısındaki cephe ise tam donanımlıydı. Barolar Birliği bildiğiniz parti gibi çalışıp Anayasa teklifinin iyi bir şey olmadığını savunuyordu. CHP ise büyük mitingler yerine saha ziyaretleri ve toplantıları parti kimliğinden arınmış olarak yapmak istiyordu. Vatan Partisi ise sahalardaydı her zamanki gibi. Haziran Hareketi, Sol fraksiyonlar, HDP ve diğerleri ise çeşitli etkinliklerle neden anayasanın kabul edilemeyeceğini tane tane anlatıyorlardı. 

Bu kadar yetki kimseye verilmezdi ki bir başka düzenlemeyle kontrol ve teftiş hakkı da yoktu kimsede... 

Anlatacak bir şeyleri olmadığı için Evet cephesinden gün geçmiyordu ki bir gaf çıkmasın

Algı operasyonları da başka bir yapıydı. Referandumdan bir aydan fazla bir süre önce Avrupa'da çıkartılan olaylarda Hollanda ve Almanya'da miting yapmak isteyen bakanların izin alamamasına rağmen zorla adamların ülkesine gidip topluluğa konuşma yapmak istemesi çok aleniydi. Her ülkenin kendine has kuralları vardır ve bir başka ülkenin buna uyması için girilen ilişkiye diplomasi denir. Türkiye hiç bir diplomatik çapa sığmıyordu. O ülkenin bakanıymış gibi davranmak istiyordu bakanlarımız. Haliyle izin verilmedi. Haliyle bir mağduriyet oluştu. 

Bir başka algı operasyonu ise televizyonlarda ve gazetelerde yapılıyordu. Televizyon kanalları evet cephesinin hangi mitingini vereceğini seçemiyordu. Öyleki Cumhurbaşkanı ve Başbakan miting programlarını çakıştırmamak için çabalarken, bakanlara ancak gece saatlerindeki toplantılar kalıyordu. 

Tüm imkanlara ve haksızlıklara rağmen bir türlü istediği sonuçtan emin olamayan evet cephesi algı operasyonundaki bir diğer enstrümanı anketleri devreye aldı. Ama anketler bile Evet tercihini önde gösterseler bile hiç birisi %5 fark bile koyamıyordu. Bu riskti... 

Daha yazacak o kadar çok şey var ki kaldırmıyor bünye. Vaktiniz varsa aratın arşivleri. Siz bulun. 

Ben kısaca özet geçeyim. Hiçte adil olmayan bir şekilde hiç te ihtiyacımız olmayan bir anayasa mücadelesi ile 4-5 ay kaybettik. Bu dönemde toplumsal olarak iyice kutuplaştırıldık. Hayır ve Evet gibi salt fikir özgürlüğü cevabına indirgendi vatan severliğimiz. Bu dönemde harcanan paralarla ne yatırımlar yapılırdı. Yine de madem halk verecek kararı saygımız sonsuz ama arada bu kadar büyük mentalite farkı varken, oyların kafa kafaya çıkması bir tarafın  diğer tarafa haklı olduğunu ispatlamaya yetmez. Yani diyorum ki kafa olarak o kadar ayrıyız ki, %51,52,53 gibi rakamlarla ülkenin sistemini değiştirmek hiç te sağlıklı bir tercih değil. Gördüğünüz her 10 insandan 5'i artık sizden değil gelinen noktada... Bu da ülkenin parçalara ayrılması için ilk şartlardan birisi... 
Acil olarak bu gündemi kapatıp, birlik olma gündemine geçmemiz gerekiyor. 

Hayır çıkarsa bu ülke bir şey kaybetmeyecek. Biraz daha fazla meclis çalıştırılarak istenilen mutabakatla anayasa yazımına gidilebilir. 

Ama Evet çıkarsa ülkenin yönetim mentalitesi ve yapısı tamamen değişecek. Yaşanmadan öğrenilme ihtimali yok. Yaşama riskini almaya değer mi? İçinde bulunduğumuz coğrafya ve siyasi konjonktür bu riski almaya değmez... Çok kritik bir dönemdeyiz. Birlik olmaktan başka çaremiz yok ama evet kararı bu birliğin bir engeli.

Umarım ülkemiz için hayırlısı olur... 


http://odatv.com/karilari-ve-kizlari-ganimet-olarak-evetcilere-helaldir-1304171200.html

https://indigodergisi.com/2017/04/duzici-okkes-namli-hayir-tehdit/




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.