12 Şubat 2013 Salı

Kızımla Birlikte Bundesliga Rehberi

Malum uzun zamandır bloguma yazamıyordum. Bu sürecin uzamasında kızım Zeynep'in dünyaya merhaba deyişinin büyük etkisi olduğunu belirtmek gerek. Ancak bu yazıyı babalık duygularımı dile getirmek için yazmıyorum. Onu anlatmaya ne kelimeler yeter ne de ben bir araya getirebilirim. Bu nedenle nafile bir çaba içerisine girmek istemem. 

Ancak babalık görevlerimi yerine getirirken karşılaştığım olayları yaşadıklarımı dile getirmeye çalışabilirim...


Misal olarak Pazar'ı Pazartesi'ye bağlayan bir geceyi televizyon karşısında geçireceğim hiç aklıma gelmezken baba olduktan hemen 1 ay sonra ilk kez bu zevki yaşama mutluluğuna ulaştım. Beni bilen bilir ne olursa olsun Pazar akşamlarına program yapmam. Mümkünse Pazar günleri en geç 17:00'de evde olup dinlenmek, akşam yemeğimi evde yemek isterim. Ve büyük çoğunlukla da bu prensibimi uygularım. Genelde bu gelenek çok geç olmadan 23:00 gibi uykuyla sonlanır. 

Artık buna ben karar veremiyorum demek -en azından geçici bir süre- en doğrusu... 

İşte kızımın uyku krizine girdiği bu ilk pazarımda bir süre nafile uyutma çabalarım sonuç vermeyince bende kızımı da kucağıma alıp hiç yapmadığım bir şeyi yaptım ve saatler 02:00'yi gösterdiğinde televizyon karşısına oturdum. Belki gereksiz spor programları devam ediyordur onlarla oyalanırım dedim ama şansıma hiç birisi o saate kadar sürmemişti. 

TRTHD kanalında Augsburg - Mainz maçı başlıyordu. Gündüz oynanan maçın tekrarını veriyordu TRT. Renklerinden dolayı Bundesliga'da sempatiyle baktığım kulüplerden birisidir FC Augsburg. Ayrıca Augsburg kentinin de Bavyera'da olması bu sempatimi arttırır. Nedendir bilinmez Alplerin eteklerindeki Almanya'nın hep bir sempatisi olmuştur bende. Yani Bavyera'nın. Aklıma hep Alp Dağlarının eteklerinde nefis manzaralı köyler, biralar, hiroley hiroley diye bağıran Heidi'nin dedesi kılıklı Almanlar gelir. 

Naçar durumda kaldığım bir zamanda karşıma bu maçın çıkması ve nedendir bilinmez uyumamak için kıçını yırtan kızımında maç ekranını görür görmez susması bana o maçı izleme şansını yakalattı. 

Augsburg geçtiğimiz sezon ilk kez yükseldiği Bundesliga'da ilk yarı düşmenin en büyük adayı olarak son sırada yer alırken ikinci yarı takıma dokunan sihirli ellerin marifetiyle kümede kalma barajını son haftalarda aşarak, Almanların en prestijli liginde ikinci kez yer alma şansını elde etmişti. Bu ders onlara bu sene daha sağlam transferler yaptırır diye düşünüyordum. Ama sezonun ilk yarısını yine ligin dibinde tamamladılar. İkinci devre henüz başlamış olmasına rağmen üstüste gelen puanlarla birlikte en alt sıradan kurtuldular. Ama henüz düşme barajının üstüne çıkabilmiş değiller. 

Maça çıktıklarında ev sahibi Augburg düşme potasındaki rakiplerinin puan kaybettiği haftada yükseliş yakalamak, deplasmandaki Mainz ise ligin üst sıralarında buldukları yeri sağlamlaştırarak Şampiyonlar Ligi potasına girebilme mücadelesi veriyorlardı. 

Maçın henüz ilk yarım saati geçtiğinde gol kokuları geliyordu ama hangi takımın atacağı konusunda bir tahmin yapmak güçtü. Ev sahibi takım iki pas yapamayan ama iyi kontra-atak takımı olduğunu gösterir şekilde bir oyun ortaya koyuyordu. İlerde Molders isimli sağlam bir forvetleri var. Sağ kanatta ise ilk yarı bitmeden sakatlanan iyi bir kanat oyuncuları var. Hızlı bir şekilde kontra-atak'a çıkmalarında rakip Mainz'in orta sahasının defansif özelliğinin olmaması de büyük bir etken olarak görünüyordu. Mainz ise ayağına top yakışan bir oyun ortaya koyuyordu. Zaten bu güçlü rakipleri karşısında avantaj sağlamış ve ligde üst sıralarda tutunmalarını sağlamıştı belliki. Ceza sahası önünde Barcelona vari paslaşmalar yaparak bir anda kaleci ile karşı karşıya kalabiliyorlardı. Ama handikapları Augsburg'un deneyimli kalecisi Manninger'di. 

Hangi takım gol atacak diye düşünürken deplasman takımı 43. dakikada güzel bir organizasyonla gole ulaştı. Gol onların maçı kazanacağı görüntüsünü veriyorsa da hemen iki dakika sonra defans oyuncuları Parker'in 2 metreye kaldırdığı ayağı, rakibin suratını okşadı ama hakemin gazabından kurtulamadı ve direk kırmızı ile oyundan atıldı. Burada maçın gidişatı değişti. 

İkinci yarı Augsburg için puanlara ulaşma hamlesi yapma şansını tanıdı. 

Nitekim 57. dakikada beğendiğim forvetleri Molders güzel bir kafa golüyle beraberliği sağladı. Ama sadece bir puana yetti bu çaba. Dediğim gibi maçı çevirecek yetenekleri yoktu. Bu sonuç ligde üstüste 6 maçtır kaybetmediklerini gösterse de 5'nin beraberlik sonucu olduğunu hatırlatmakta fayda var. 

Augsburg takımı renkleri itibari ile Bundesliga'da bulunmasını istediğim bir takım umarım geçen sezonda olduğu gibi düşme potasından çıkar ve ligi renklendirmeye devam eder. 

Bu arada Mainz taraftarının görüntülerine dikkatinizi çekerim. İşte bunlar beni İngiliz ve Alman liglerine sempatiyle bağlıyor. 

Tribün çocuğu olmam televizyonda çok az maç izlememe neden olur. Çünkü canlı izlemeyi, yerinde hissetmeyi severim. Televizyonda izlediğim ya Karşıyaka maçıdır ya da bir Türk takımının uluslararası maçı. Bundesliga ve Premier League maçları dışında (El-Classico hariç) bir lig maçını izlemem. Diğer ligler bana hitap etmez. 

İngiliz ve Almanları futbola gösterdikleri saygı, seyircilerinin müthiş desteği ve disiplinleri beni cezbeder. Ondandır ki diğer ülkelerin liglerinde seyirci sıkıntısı çekilirken bu iki ülkenin 3. lig maçları bile 40-50 bin seyirciye oynanır. Ayrıca sempati duymamın bir diğer sebebi de bu ülke vatandaşlarının kendi illeri içerisinden bir takımı desteklemekten başka düşüncelerinin olmayışıdır. Örnek vermek gerekirse Augsburg kentinde yaşayan bir genç yüz yıl 1. Lig görmemiştir ama hemen burnunu dibindeki efsaneleşmiş Bayern Münih takımını tutmamıştır. Bekleyip, sabırla kentinin takımını birinci lige çıkartma çabasını sarfetmiştir. 

Bu nedenle Almanlar ve İngilizler bana her daim futbolun merkezi izlenimi uyandırır. Zaten İngilizler dünyanın en popüler ligine, Almanlar da en başarılı ülke takımına sahiptirler... 

Konuyu toparlamak gerekirse Alman Ligi nefis maçlara sahne oluyor. TRT'de HD kalitesinde şifresi izleme şansına sahipsiniz. Fırsatınız varsa mutlaka maçları takip edin. Sonra Türkiye'de büyükler diye adlandırılan medya maymunlarının peşinde koşmaktan vazgeçersiniz belki...

Son olarak size söyleyeceğim tek şey kızımın bende değişiklere vesile olduğu ve beni bu blog aracılığı ile değişikliklerimle birlikte bulabileceğinizi söyleyebilirim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.