20 Nisan 2012 Cuma

Paris'te Sonbahar VII

Son günümüzde otelde hareket saatimiz 17:00 olarak belirlendiği için yarım günümüzü çok fazla yorucu değerlendirmek istemiyoruz. Bugünkü rotamızda son alışverişlerimiz, St. Michel Meydanı, Lüksemburg Bahçesi var.

Metroyla gidebildiğimiz en yakın yere kadar gidiyoruz...

Rue de Bac istasyonunda inip yer yüzüne çıkıyoruz. Çıktığımız nokta meşhur Saint German Bulvarı. Paris Saint Germen takımının muhiti yani...

Saint Germen caddesi Şanzelise kadar olmasada popüler ve sosyetik bir cadde. Oteldeki toparlanmamızın bitmesinden sonra saat 11 gibi çıkmamıza rağmen esnaf için hayatın başladığını söylememiz zor. Fransızların gerçekten tembel olduklarını bir kez daha söyleyebilirim.

Çok sıkıcı olmayan bir yürüyüşün ardından Lüksemburg Bahçesini buluyoruz. Yol üstünde Odeon Tiyatrosunun gösterişli binasının önünden geçip parka varıyoruz. Bizim Kültürpark kılıklı bir yer bu bahçe...Farkı yok mu var tabiki... İçeride betondan bir yol yok. Asfaltta yok. Tamamen toprak ama içinde görkemli tarihi yapılar, havuzlar, çeşmeler buluyor. Paris halkı koşuyor, kitap okuyor, öğrenciler resim çiziyor, sohbet ediyorlar.

Sonbaharın bütün güzelliklerini görmeniz mümkün. Sarının ve yeşilin her tonu var.

Dinleniyoruz...

Yürüyerek St. Michel'e doğru yollanıyoruz. Hayat burada. Çünkü üniversite burada...

Gece eğlencesi burada... Gündüz hareketi burada... Gayet güzel... Turist yine var ama...

Yavaş yavaş karşı yakaya doğru ilerliyoruz. Saatlerimiz giderek ilerliyor. Haussman Bulvarı'ndan yukarı çıkarken bir iki şarap butiğini daha ziyaret ediyoruz. Bir kahve molası verip otelimize arka yollardan varıyoruz.

Ancak bu arada ara sokaklarda bazı pasajlara denk geliyoruz. Burnumuzun dibindeymiş nefis dükkanlar var. Ressamlar, sanat eserleri, antikalar, hediyelik eşyalar... Bambaşka bir Paris Hausmann Bulvarının ara sokaklarında...

Otele vardığımızda hareketimize henüz 2 saate yakın olmasına rağmen tüm kafilenin toplandığını görüyoruz. Son bozuk paralarımızı harcamak, dinlenmek, karnımızı doyurmak ve biraz daha Paris keyfi yapmak üzere yine brasserie'ye oturuyoruz. Ve korkarak sipariş verdiğimiz sandviçin lezzetli çıkması ile mutlu mesut biniyoruz servisimize...

Charles De Gaulle havalimanı bizimkilerin aksine dingonun ahırı gibi. Girerken üst arama dahi yok. Biletlerimizi onaylattığımızda farkediyoruzki rötar var 1 saat. 20:30'da bineceğimiz uçak 21:30'da kalkıyor. Bekleme salonunda Fransız olmadığı da dikkatimizi çekiyor. Türkiye saati ile 02:00 civarı ile İstanbul'a iniyoruz.

Bu tip bir aksama olacağını tahmin ettiğimizden dönüş biletimizi almamıştık İstanbul'dan İzmir'e...

İlk uçak 07:00'de... Saat 02:30

Türkiye'nin en büyük kentinden, en hareketli havalimanından, Türkiye'nin 3. büyük kentine 4,5 saat uçak yok. İşin aslı şu gece 12'den itibaren sabah 07'ye kadar hiç bir kente uçuş yok...

Rezalet denilen şey bu olsa gerek. Her geçen saat bir kaç yurtdışı uçuşu daha iniyor meydana ve kalabalık giderek artıyor. Bekleme salonunda yer bulmak güç. Kapıdan geçip Lounge'lere gitmek istiyoruz. Kapılar kapalı... Lounge'ler kapalı... Mecburuz iç hatlar bekleme salonunda beklemeye...

Sabah saat 05:30'da check-in yaptırabiliyoruz. Lounge'ları yetkilileri ile birlikte açıyoruz. Allahtan birisi çay demlemiş... 

Atlas Jet ile İzmir'e uçmaya başlıyoruz. 

Atlas Jet'in gözünü seveyim... Süper...  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.