14 Mayıs 2011 Cumartesi

Bozüyük/Pınarbaşı

Mayıs ayının girmesi ile birlikte çok yoğun bir gezi programının içerisinde bulduk kendimizi. Gezilebilecek en güzel mevsimde geziyorduk. Çünkü havalar çok ısınmamıştı ve gündüz saatlerini iyi değerlendirebilecektik. Eşim güzergahımız üzerinde bir kaç nokta tespit etmiş onlara uğramamızı istemişti. Tespitleri hedefi tam on ikiden vuracak türdendi. Yıllardır gidip geldiğimiz yolların sadece 3-4 km içerisinde inanılmaz güzellikler çok değişik hikayeler olduğunu farkettik.

Bir kaç yazıda ancak anlatabileceğim bu gezi dizisinin ilk yazısı. Muğla'nın Yatağan ilçesine bağlı Bozüyük Beldesi Pınarbaşı mevkisinde bulunan 800 yıllık çınar ağacı ve Pınarbaşı tesisleri...  

İlkbaharı yaşayamayan İzmir'in bahara benzer ilk Cumartesi sabahı daha güneş yukarılara çıkamadan biz yola çıktık. Otoban'dan direk Aydın'a inecek ve rotamızı Çine, Yatağan üzerinden Bozüyük Beldesi'ne yönlendirecektik.

Bozüyük denilince aklıma hep Bilecik'in bir ilçesi geliyor. Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş dönemlerinde çok ismi geçer. Bir de bir zamanlar futbol takımları İkinci Lig'de mücadele ediyordu. Ama gideceğimiz başka bir Bozüyük. Bilecik ile bir ilgisi yok. Muğla'nın Yatağan ilçesine bağlı bir belde..

İzmir - Muğla istikametinde Yatağan'ı geçip tepeden ovaya doğru inmeye başladığınızda göreceksiniz tabelasını. Beldenin tabelasından çok daha büyük Pınarbaşı'nda yer alan tesislerin reklam tabelaları kaçırmamanızı sağlıyor. Ana yoldan girince yaklaşık 3-4 km sonra Bozüyük Beldesi'nin merkezine ulaşıyorsunuz. 

Bozüyük, Menteşe Beyliği zamanında beyliğin büyük 3 kazasından birisi. Muğla - Milas ticaret yolunun üzerinde olması sebebi ile oldukça gelişmiş bir kaza iken Timurlenk'in baskısından kaçan Ahi Sinan ve sülalesinin şimdiki Yatağan'a yerleşip orada ticareti ve esnaflığı geliştirmesi ile ilerleyen dönemlerde Ahiköy (Yatağan)'e bağlanmış. Daha sonraları Kanuni, Rodos seferine giderken Bozüyük'te mola vermiş ve buranın çok hareketli bir ticaret merkezi olması için çarşıların, pazarların kurulmasını istemiştir. Ne varki Yatağan, Milas ve Muğla üçgeninin ortasında kaldığından onların büyüklüğüne erişememiş.

Beldeye gelen yolda kocaman ovanın yeşilliğine dalıp gidiyorsunuz. Yol boyu gelincikler size baharı müjdeliyor. Merkeze yaklaştığınızda koyunlar ve keçiler yol boyunca sizleri selamlıyor.

Yolda tabelasını gördüğünüz tesis (Pınarbaşı) nerede diye sormanıza gerek yok. Yeşilliği ve su sesi kendisine çekiyor zaten sizi. Burası ismini gerçekten Koru Çayı'nın pınarının burada olmasından alıyor. Eskiden pınarın başında bir kahve varmış. Şimdilerde ise harika bir mesire yeri var. Yine pınarın başında yer alan ulu bir çınar ağacı dikkatinizi çekecektir. Bu ulu ağaç belkide Anadolu'nun en yaşlı ağaçlarından birisi. Düşünün daha fidan iken Osmanlı İmparatorluğu kurulmamış...

Bilim adamları tarafından incelendikten sonra 800 yaşında olduğuna karar verilmiş. Gövdesinin oyuğundan eskiden köylülerin atıyla geçtiği ve eğilmediğini öğreniyoruz Pınarbaşı Tesisi'ni işleten Amca'dan...

Pınarın başında, 800 yıllık ulu çınarın altında nefis bir köy kahvaltısı yapıyoruz. Tesis bütün ürünlerini belde esnafından ve çiftçisinden temin ediyor. Bir tek peynirleri hariç.  Peynirler İzmir'den geliyormuş. Neden derseniz İzmir'in en tanınmış mandıralarından birisi olan Güzelbahçe'deki Altınoluk Mandırası'nı satın almışlar geçtiğimiz yıllarda. O nedenle kendi mandıralarından getiriyorlar peynirlerini. 

Bitmesini istemediğiniz kahvaltı eninde sonunda aşırı bir doygunlukla sona eriyor. Lezzeti damağınızda kalan bu ziyafetten sonra biraz çevreyi gezeyim biraz fotoğraf çekileyim diyoruz. Tuvaletin yer aldığı barakanın ardından zeytinliğin içine yayılmış olan tavus kuşu dikkatimi çekiyor. Görüyorum ki türlü türlü kafes hayvanı kazlar, bıldırcınlar, tavuklar, tavşanlar... hepsi tarlalara yayılmış doğal bir park olmuş.

Biraz hayvanlarla vakit geçirdikten sonra tekrar Çınar gölgesine geçip ve kahvemizi yudumlarken garson geliyor. Tesiste toplamda 250 masa olduğunu geceleri rezervasyonsuz geldiğinizde yer bulamayacağınızı söylüyor. Öğreniyoruz ki akşamları da alkollü servis veren bir restaurant. Demek ki bir de gece geleceğiz bu tarafa...

Ayrıca bir kaç yıl önce burayı bir TV dizisi meşhur etmiş. Uzun bir süre televizyonlarda yayınlanan Baba Ocağı dizisi bu beldede çekilmiş.

Tahmin ettiğimizden çok daha fazla oyalanıyoruz burada... Daha yolumuz uzun dönmemiz gerek diye kalkıyoruz. Tam ana yola çıkacakken önümüze bir çatal geliyor. Bir tarafta tabela Hacı Şükrü Evi, diğer tabela Belen Kahvesi yazıyor. Tercih yapmamız lazım. Yoksa ikisini birden gezersek Kaş'a gece varacağız.

Tercihimizi Belen Kahvesi'nden yana kullanıyoruz. Rotamız Belen Kahvesi...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.