19 Nisan 2011 Salı

Ah Be Alaattin Hocam Ne Yaptın Sen?

O zamanlar kutu kola ülkemize gelmemiş, Challenger ve Hey sel faciaları yaşanmamış, TRT'nin ikinci kanalı bile açılmamıştı.

Pazar günleri Uçan Kaz ve Lassie ile güne başlanır sonrasında ise maçlar radyodan takip edilirdi. Adile Naşit'ten masal dinlemek, Köle İzaura ile burkulmak, Anjin san Toranaga ile coşmak, teyp kasetlerinden müzik dinlemek eğlencenin taa kendisiydi. Özay Gönlüm'ün yareni, Cenk Koray'ın kutuları, Sezen Cumhur Önal, Rıza Silahlıpoda, Kemal Sunal, Devekuşu Kabare, Uzaylı Zekiye, VHS, commodor 64 ve birde komşu kızı Dürüye vardı...

Sokağa çıktığımızda gazoz kapağı ile maç yapardık. Mahalle maçlarında Kaleci Zoff, forvette ki oyuncu Altobelli, Maradona, Platini olurdu. Futbol topunu televizyonda görürdük.

Meşe, çivi, muçi en sevdiğimiz oyunlardı.

Okula giderken saçlarımızı inek yalamış gibi tarar, mendillerimizi ütülenmiş bir şekilde cebimize koyardık. İlkokuldan, liseden mezun oluncaya kadar, okula giriş ve çıkışlarımızda ayakkabımızın boyasından, gömleğimizin son düğmesine, saçların örgüsünden, okul kokardının dikili olup olmamasına kadar kontrolden geçerdik. Memnunduk halimizden hem de çok

"Bakkal amca, bir pergel, bir kalem, bir de çikolata alacağım" derdik. Açık bisküvilerin, leblebi tozlarının tadına doyamazdık. Pilavdan dönenin kaşığını Sakıp Sabancı'nın kıracağını düşünürdük. Türkiye 67 ildi. Komşularımız arasında SSCB de vardı. Michael Jackson siyahi bir sanatçıydı.



Yaşayıp yaşamadığını bilmediğim ancak saygıyla anmak istediğim Alaattin Hocam, (yaşıyorsa Allah sağlıklı ve uzun ömür versin) sayende bir işe bulaştık ki sormayın. Ah be Alaattin Hocam acaba bizleri görsen şimdi ne derdin, ne düşünürdün? Acaba bizlerle gurur mu duyardın yoksa lanet olsun sizi bu işe bulaştırdığım güne mi derdin?

Hala ilk giydiğim Elazığ kostümünü hatırlıyorum. 84'ün 23 Nisan'ında Altınyunus'ta, 85 ve 86'nın 23 Nisanlarında ise okulumuzun bahçesinde oynadığımız Elazığ ve Antep ekiplerini hatırlıyorum. Çaydaçıra'nın, Fatmalı'nın yüzüne bakmıyoruz şimdi.

Okuldaki çalışmalarımıza son verdiğinde, bir süre boşluğa düşsek de çok fazla sürmeden kendimize akacak yeni mecralar bulduk. Boşlukta voleybol, basketbol takımlarına seçildik. O dönemlerde, yani ihtilalin izlerinin hal dimağlarda taze bir şekilde muhafaza edildiği, maksadı ne olursa olsun bir derneğe üye olmaya çalışana anarşist gözüyle bakıldığı dönemlerde, bizleri dernekler camiasına kadar bulaştırdın.

Bıdıklık olarak veya diğer bir tabirle tıfıl olarak girdiğimiz camiada dernek yönetimlerine kadar çıktık. Bulunduğumuz yere yakışıyor muyuz; sizler kadar amaca hizmet edebiliyor muyuz bilemem. Ama bizler bile gelişmelere ayak uydurmakta zorluk çekiyoruz. Öyle ki senin bizi çalıştırdığın gibi ilkokul okurken çalıştırdığım çocuklar, başlarına geçtikleri ekiplerde harikalar yaratmaya başladılar.

Geçtiğimiz hafta sonu, TRT'nin, THOF ile birlikte organize ettiği "Altın Adımlar" programını izledim. İzlerken aklıma siz geldiniz. Türk Halk Oyunlarının ne kadar çok yol aldığını, hatta yükseliş ivmesinin her geçen gün ne kadar çok arttığını bir kez daha anladım. Sizin bize öğrettiklerinizle, şimdilerde uygulananların nasıl değiştiğini fark ettim.

Bu yükseliş iyi mi kötü mü karar veremedim. Aslına sadık mı kalmalıydık, aslına sadık kalarak geliştirmelimiydik yoksa bugün olduğu gibi ardını düşünmeden günü yakalamak adına istediğimizi gibi oynama mı yapmalıydık?

Aslında Çaydaçıra'nın, Fatmalı'nın unutulmayacağını gördüm belkide.

Ağalı, perili dizilerle beyni yıkanmamış çocukların bu işlere sahip çıkacağını düşündüm. Yine bir umut belirdi içimde.

Acaba sahip çıkarlar mı? Karar veremedim.

Haa hocam şunu gururla söylemek isterim, üniversite yıllarımda harçlığımı ve harç paramı çıkartmak gayesi dışında bu işi hiç para kazanmak için yapmadım. Hala amatörüm.

Hocam bizleri olduğumuz gibi kabul edin. Allah size sağlıklı, mutlu, sevdiklerinizle birlikte uzun ömür versin. İnşallah size layık olabilmişizdir.

14 Nisan 2008 (Yazım ilk kez http://www.ifd.org.tr/ adresinde yayınlandı)
Anlaşıldığı üzere o zamanlar henüz bıyıklarımız terlememişti.
23 Nisan çocuk şenliğinde gelen yabancı çocuklara 5 dakikada âşık olurduk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.