24 Ağustos 2010 Salı

ZEYBEKLER VE İŞGAL GÜÇLERİ

“İzmir'in kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler Çakıcı
Yar fidan boylum
Yakarız konakları

Selvim senden uzun yok
Yaprağında düzüm yok
Kamalı da zeybek vuruldu
Yar fidan boylum
Çakıcı'ya sözüm yok”

Üstüne kitaplar yazılan, türküler yakılan hala halk kahramanı Çakırcalı Mehmet’in bilinmeyen yönleri olduğu zaman zaman ortaya atılır. İngilizlerle, Fransızlarla, İtalyanlarla yaptığı görüşmelerin içerikleri, ilişikileri henüz tam olarak aydınlığa kavuşturulamamıştır. Zamanın İngiliz gazetelerinde kapak konusu olacak kadar İngilizlerin dikkatini çekmiştir.

Yaşamı boyunca 135 kişiyi bizzat öldürdüğü tespit edilen Çakırcalı, Yaşar Kemal’in tanımıyla “Türk ve dünya tarihinin en büyük eşkiyalarindan biri, belki de birincisidir. Ege bölgesi başta olmak üzere; Türkiye tarafindan bilinen Çakırcalı'nın yaşamı, bazı yabancı araştırmacı ve yazarların bile ilgisini çekmiştir.”

1871’de Ödemiş’in Türkönü köyünde dünyaya geldiğinde, babası Çakırcalı Koca Ahmet Efe, Abdülaziz döneminde İstanbul'a giderek padişahın sevgisini kazanan, onunla güreşe tutuşan, ondan payeler alan efelerden biriydi. Abdülaziz'e duydukları sempati ile devlete bir dönem boyunca ısınan efeler 93 Harbi'nde müstakil taburlar oluşturarak savaşmışlardır.Babası Çakırcalı Koca Ahmet Efe’nin çok güvendiği bir zaptiye çavuşu tarafından haince öldürülmesi, Çakırcalı Mehmet’in dağlara çıkmasındaki en önemli etkenlerden birisidir.

Zaman zaman başka efeler ve zeybek grupları devletle işbirliği yaparak Çakırcalı’nın karşısında çıkmışlardır.

Çakırcalının eski arkadaşlarından Kamalı Mustafa Zeybek ve Kara Ali hükümete müracaat edip kendilerine para ve asker verilmesi halinde Çakırcalıyı yakalayabileceklerini söylerler. Hükümet Kamalıya 40 asker verir. Silah, mühimmat ve para ile takviye eder. Takip başlar. Üç ay süren takip sonunda Çakırcalı Kamalıya haber salar. “Haftaya Adagide (ovakent) köyüne ineceğim orada görüşelim” der ve sözünü tutar.Ancak 300 asker Çakırcalıyı bağ evinde kuşatır. Çatışma sonunda Çakırcalı kuşatmayı yarar ve Kamalıyı vurmak ister ama vuramaz ve kaçar.

Bunun üzerine hükümet 500 iri yapılı Arnavut askerini Çakırcalının üzerine salar. Onlar da birer birer yaralanıp geri dönerler. Çakırcalı hükümeti karşısına almamak için askerleri öldürmemekte sadece yaralayıp saf dışı etmektedir. Ancak uzun süren bu çatışmalar sonunda Çakırcalı Kayınbiraderi Çoban Mehmet ve birkaç kızanını kaybeder. Hükümet Çakırcalı’ya, Ödemiş ve civarında asayişi sağlama görevi ve aylık 1.500 kuruş maaş teklif etsede Çakırcalı kabul etmez.

Altı ay sonrasında İngiliz yanlısı İzmir Valisi Kamil Paşa oğlu Sait Paşa’yı görüşmeler yapmak üzere Çakırcalı Mehmet Efeye gönderir. Sait Paşa, Efe’yi meşruiyet kazanması ve hükümetle işbirliği için düze inmeye ikna etti. Efe, 1909 yılında zeybekleri ile birlikte Kayaköy’deki Hacı Ahmet Ağa’nın konağına yerleşti. Burada iki yıl kaldı. 1911 yılının ağustos ayında Saruhan Sancağı Rüstem Bey, Jandarma Genel Komutanı’ndan aldığı görev ile Çakırcalı ile görüşmek için askerleri ile Kayaköy’e geldi. Muhtarla haber yollayıp Çakırcalı ve zeybeklerini köy meydanına çağırttı. Bunun bir tuzak olabileceğini düşünen Çakırcalı davete gitmedi ve kızanlarını alıp Bozdağ’a çıktı. Rüstem Bey’e haber gönderip kendisi ile Bozdağ’da görüşmek istedi. Binbaşı Rüstem Bey, Efe’yi takibe çıktı. Çıkan çatışmada on askeri ile şehit oldu.

Efelik sürecinde isminin halk arasında bu denli sevilmesinin en büyük sebebi, zengin ve acımasız ağalardan aldıklarını, garibana, köylüye ve ihtiyacı olana dağıtmasıdır. Ege'de efeler başlangıçta genellikle namus ve gururun yol açtığı olaylar nedeniyle dağa çıkmışlardır. Haksızlık, kişisel gurur ve hırslarından dolayı işledikleri bazı suçlar (!) unutulmuş, geriye onları kahraman yapan olaylar kalmış, eklemelerle efsaneleşerek dilden dile dolaşan serüvenleri zamanın gençlerinde bir efeye kızan olarak üne ve saygınlığa kavuşma arzusu uyandırmıştır. Çakırcalı Mehmet Efe de efelerin en önemlilerinden biridir.

Eylemlerinden elde ettiği parayı halka cömertçe dağıtır. Özellikle Ödemiş dolayında köylerde genç kızlara çeyiz parası verir, giysisi olmayanı giydirir, evi olmayana ev yaptırır. Hatta köprüler, yollar inşa ettirilmesine önayak olur. Halkın sempatisini kazanması sayesinde köyler ve yörük obaları ona yataklık ederler.

Çakırcalı Mehmet’in Ege dağlarında hüküm sürdüğü dönemlerde ise emperyalist devletlerin aynı bölge üzerinde çeşitli emelleri vardı. Ve bunlardan bazıları Çakırcalı Mehmet ile kesişiyordu.

Emperyalist Güçlerin Bölgedeki Etkileri

İngilizlerin Tanzimat’tan sonra bölgede ele aldıkları sanayi dalları arasında özellikle madencilik yer almaktaydı. Altın, gümüş, boraks, demir, civa, krom gibi madenlerin yanı sıra, dokumacılık, boya ve kimya alanlarında toplam 40 civarında İngiliz sanayi kuruluşu faaliyetteydi.

İngilizlerin İzmir - Aydın tren yolunu inşası ile birlikte Anadolu’ya açılma planları karşısında, Fransızlar, İtalyanlar ve Amerika’lılar boş değildi.

Fransızlar; İzmir-Kasaba tren yolunu, rıhtımları, İzmir Sular İşletmesini istiyorlardı. Amerikalılarda tütün ve meyan kökü ihracatını üstlenmişlerdi. Daha sonraları meyan kökünden yapılan kolanın, yaygınlaşması çok şaşırtıcı değildi. Veya birden bire kalitesi yükselen Amerikan tütünlerinin, nasıl bu kadar hızlı geliştirildiği belkide hiç araştırılmadı.

Sonraları İtilaf Devletlerinden ayrılacak olan İtalya’nın gözünün İzmir’de olduğu ve Yunanlılarla kıyasıya mücadele içinde bulunduğu, Rusların, Boşlevik İhtilaline kadar boğazların güvenliği için İtalyanlara karşılık, İngilizleri desteklediğini belirtmek gerek. (1) Meltem Özkemer- İzmir Müdafa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti – Yüksek Lisans Tezi – Ankara Üniversitesi Türk İnkilap Tarihi Enstitüsü

Demiryolu 1886’da Aydın’a varmıştı. Ancak 1912’de Burdur’a varmasına kadar sürecek demir ağ operasyonu tüm hızıyla devam edecekti. Böylelikle İzmir, Ödemiş ve Aydın büyük ticaret merkezi haline gelmişti.

Aydın ve Nazilli’de kurulan meyan kökü fabrikaları kolanın çıkış noktasıdır. Ödemiş ve Tire’nin tarım imkanları da yurt dışına açılmıştır. (2) Hitay Baran – İzmir Ticaret Tarihi – İTO 2003

Osmanlı Devleti’de diğer bir yandan demir yollarının önemini farketmiş, Batı’da süre gelen eşkiyalığın vergi toplamasındaki en büyük engel olduğunu düşünüp, en büyük kolluk kuvvetlerini Efelerin üstüne salmıştı.

Efeler bir yandan Rum çetelere karşı mücadele ederken, diğer bir yandan kolluk güçleri ile mücadele ediyorlardı. Aynı zamanda aracılık görevi ile yer edinmeye çalışan İngilizler, Osmanlı ile Efeler arasında uzlaşma zemini arar gibi görünerek gizliden Efelere mühimmat yardımı yapıyorlardı. Yurt dışına gidip gelen temsilciler, kervan yüküyle tabir edilebilecek çoklukta hediyelerini efelere sunuyorlardı. Çakırcalı Mehmet düze indiği dönemlerde olaylara karışmamak için çok uğraşmış ancak her defasında bir tahrikle birlikte tekrar dağların yolunu tutmuştur.

Ege Bölgesinde İngiliz Emperyalizmi ve Çakırcalı Mehmet Efe

İdil Konyalı, Türk Yolu Dergisinde yayınladığı “Ege Bölgesinde İngiliz Emperyalizmi ve Çakırcalı Mehmet Efe” isimli yazısında şu konulara değinmiştir; “1838 de Baltalimanı Türk-İngiliz ticaret Anlaşmasını kabul eden İngilizci Reşit Paşa bir yıl sonra Tanzimat ilanı ile Osmanlı Devletinin yarı sömürgeliğini kabul etti. İngilterenin silahlı kuvvetleri ile girip işgal ettiği sömürgelerde uygulanan sömürü teknik ve politikaları Osmanlı ülkesinde silahlı işgal olmadan uygulanıyordu.

'Batı Anadoluda İngiliz iktisadi gücünün en yüksek olduğu 1850 ile 1870 yıllarında İngilizler çok gelişmiş bir ticaret ağı kurdular. İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen mallar, İzmir'deki İngiliz tüccarın büyük depolarına indiriliyor. Buradan İngiliz tüccarın bayii, dağıtıcı ve komisyoncularına daha sonra diğer şehir ve kasabalardaki aracı ve bayilere gidiyor. Kurdukları düzenin iyi işlemesi sayesinde, İngiliz tüccarlar, ya İzmir'in Frenk mahallesindeki tantanalı evlerinde, ya da Bornova ve Buca'daki villalarında günlerini gün ediyorlardı.

Bornovo'da kendi çocukları için özel okul kurdukları gibi, bir futbol sahası ve bir bisiklet pisti de yaptırmışlardı.

İzmir hızla bir İngiliz kenti görünümü kazanıyordu. Kraliçe Viktorya'nın doğum günü sanki resmi bir tatil günü olmuştu.

Böyle günlerde her taraf İngiliz bayrakları ile süsleniyor, ziyafetler veriliyor, törenler düzenleniyordu. İngiltere'nin oluşturduğu kolonileştirme hareketi demiryolu projeleri ile beraber yürüyordu. En büyük İngiliz tüccar Whitall'ler tarım, sanayii, madencilik alanlarında Batı Anadolu'dan Mersin'e kadar olan bir bölgede büyük ekonomik çıkarlara sahiptiler.

James Whithall şunları söylüyordu; ''İlk adım demiryolları yapmak olmalı. Bu demiryolları İngilizler tarafından yapılacak, İngilizler tarafından işletilecek, İngilizlerin malı olacak. Çok karlı olacaklar ve şimdiye kadar tarıma açılmamış bölgeleri çok verimli yapacaklar. Demiryolu şirketleri küçük muhtar cumhuriyetler şeklinde gelişecek” İngiltere ve İngilizler sömürgeleştirme-kolonizasyonun büyük üstadıydılar.

Önce ticareti sonra bölgenin bütün topraklarını ele geçirmişlerdi.

Bir üst aşamaya geçebilirlerdi...

Bölgede anarşi çıkarıp yabancı devletlerin-yani İngiltere'nin- müdahalesini sağlayarak bölgeyi Osmanlı Devletinden koparmak.

Önce Yunanistan'dan ithal çeteciler getirip bölgede terör yarattılar. Örneğin İzmir'de Katırcı Yani çetesine yardımcı ''muteber'' İngiliz tüccarın varlığı bilinmektedir.

1853'te devletle anlaşarak dağdan inen Katırcı Yani, İzmir'de yapılan sorguları sırasında, İzmir ve civarındaki bazı İngiliz tüccarların kendisine yardım ettiğini, hatta onların Buca ve İzmir civarındaki evlerinde konuk olduğunu açıklamış ancak isimlerini vermemişti. Bu ara Katırcı Yani'nin şartlı teslim olduğunu öğrenen birçok yabancının yanı sıra, İzmir'deki yabancı ülke konsolosları ve tercümanları vilayet binasına gelerek çete reisini ziyaret etmiştir

İzmir Bornova'da ikamet eden İngiliz miralayı Hawker sürekli olarak bölgede dolaşarak asayişi biraz daha bozmak için Türklerden, Yunanlılardan çeteler hazırlamakla meşguldü.

Bayındır'lı teğmen Mehmet Efendi şunları anlatmaktadır : ''Bir gün ingiliz miralayı Hawker, Çakırcalı Mehmet Efe ile Kayaköy'de görüştükten sonra İzmir'e gelmiş, beni Bornova'daki ikametgahına yemeğe davet etmişti. Ben nezaketen davete icabete mecbur idim ve kalktım gittim. Yemekte yanımızda Hawker'in yaveri İngiliz erkan-ı harbiyesine mensup yüzbaşı Didde vardı.Hawker bana şöyle bir teklifte bulundu : 'Mehmet Efendi köylüler sizi çok seviyorlar, maiyetine beş on genç bulup sen de dağa kaçabilir ve bizden istediğin yardımı alabilirsin' dedi. Daha orada iken ayağım suya ermişti. Beni hükümet aleyhine resmen isyana davet ediyordu.''

Görüldüğü gibi ingilizler devlete baş kaldırması için subaylara bile dağa çıkma teklif etmekte, dağa çıkan eşkiyaya ise yardım ve desteklerini esirgememekteydiler. Gün geçmezdi ki bir İngiliz subayı, bir İtalyan generali, bir Fransız komutanı, bir yabancı gazeteci en meşhur çete Çakırcalı Mehmet Efe'yi Kayaköy'de ziyaret edip hediyeler vermesinler. Adalardan gelen ve yerli rumların kurduğu çeteler halkı soyuyor ve zulum ediyorlardı. Halk bu rum çetelerine karşı savunmasızdı.

Ege bölgesinde kökü 17. yüzyıla kadar giden Efe-Zeybek geleneği vardı.

Bu ekonomik işgal, Osmanlı Ekonomisinde çöküntüye sebep olmuş, eski akıncıların torunları zeybeklerin işsiz kalmalarına yol açmıştı. Vergi toplayan mültezimler derebeyleşmiş, bitmeyen savaşlar, sonu gelmez asker istekleri ve adaletsiz yönetimler zeybeklerin dağa çıkmasına sebeb olmuştur.

Bazı zeybekler zamanla sivrilerek ezilen halkın adalet aradığı, yardım için başvurduğu; derdine çare aradığı makamlar haline gelmiştir.

Bu efelerden en önemlilerinden biri Çakırcalı Ahmet Efe'nin oğlu Çakırcalı Mehmet Efe'dir.

Baba Çakıcı Ahmet rum çetelerinin korkulu rüyası idi. Sultan Abdülaziz onu İstanbula çağırmış güreş tutmuş ve armağanlar vermişti .Abdülazize duydukları sevgi sonucu efeler devlete ısınmış .93 Harbinde bağımsız taburlar oluşturarak savaşmışlardı.

Çakrcalı Mehmet Efe (1872-1911) 1899 da dağa çıktı. Halka zulum eden mütegallibe ve ağaları, rum çetelerini , yerli çeteleri,güvenlik güçlerini cezalandırdı.

Topladığı paraları ihtiyaç sahiplerine dağıttı, halkın derin sevgisini kazandı.1300 kişiyi öldürttüğü bizzat kendisinin 135 kişiyi öldürdüğü ifade edilmektedir Halkın sevgisi ve korkusu ona geniş bir halk desteği sağladı.

Bu destek kendisini saklayan yataklar ve istihbarat gücü sağladı . Aydın ve çevre dağlar zeybek denilen çete-eşkiyalarla dolmuştu.Emperyalizminin bölgeye girişi ve hakimiyetini sağlaması ile devletin zayıflığı valilerden,kaymakamlara,subay ve zaptiye güçlerine ve dağdaki eşkiyaya kadar işbirlikçi bir sınıf yarattı.

Bu devirde İzmir ve çevresi, Aydın vilayeti dağları rum ve Türk çete ve eşkiyalarla doldu. Devlet bunların hakkından bir türlü gelemedi. Mahalli yöneticilerin bunlarla çıkar birliği bunların temizlenmesini önledi. Öte yandan sosyal doku ve adaletsizlikler sürekli çete üretiyordu. Olan alevisi ile sünnisi ile anadolu türkmenine oluyordu.

Abdülhamit, Sadrazam Kıbrıslı Kamil Paşa'yı Aydın'a vali olarak sürmüştü..O devrin devlet adamlarının çoğu gibi Kamil Paşa ingilizci idi. Kamil Paşa her ihtimale karşı

planlar yapıyordu. Osmanlı Devleti'nin ağır iç ve dış meseleler karşısında varlığını,bütünlüğünü devam ettiremiyebilirdi. Aydın ve havalisi Kamil Paşa'nın memleketi Kıbrıs gibi bir gün İngiliz korumasına alınabilirdi.

Böyle bir durumda İngilizlerin desteği ve halk içinde Çakırcalı'nın gücü ile Mısır Hidivi benzeri bir Aydın Hidivliği kurulabilirdi.Böyle bir durum için oğlu Sait Paşa'yı hazırlıyordu. Bu yüzden o sırada en zengin ve güçlü İngiliz iş adamı Withall'le Kamil Paşa'nın çok sıkı ilişkileri vardı.

Sait Paşa, Withall'lerin İzmir'deki konağından hiç çıkmıyordu.

Aynı zamanda Kamil Paşa'nın oğlu Sait Paşa Çakırcalı ile de sürekli haberleşip görüşüyorlardı.

İngilizler ise elde ettikleri kazançlarını korumak hatta artırmak için her güç odağına ilişkilerini geliştirecek yatırımlar yapıyorlardı.

Withall'er yazın Ödemiş'in Bozdağ yaylasına çıkar yazı burada geçirirlerdi. Burası aynı zamanda Efenin daimi mekanlarından biri idi.

Bu yüzden Efe ve Withaller arasında yakın bir ilişki vardı. Kışları ise Withaller adamları Yorga'yı sık sık Bozdağ'a gönderiyorlardı. Sözde Yorga Bozdağ tepelerinde sümbül soğanı topluyordu..Aslında ise Efe'ye mermi getirip isteklerini sorup İzmir'e iletiyordu!!!

Bu Yorga daha sonra Osmanlı Devleti ile Çakırcalı arasındaki dağdan düze inme görüşmelerine Withaller adına gözlemci ve kefil olarak katılacaktır.

Withaller Londra'ya gittikleri vakit avam kamarasında bazı milletvekilleri Çakırcalı hakkında konuşmalar yapıyor, İngiliz basınında Çakırcalı üzerine haberler yayınlanıyordu..

Çakırcalı'nın çetesinde Bornovalı Kosta, Osman takma adıyla bulunuyor ve Withaller'e casusluk yapıyordu. İngilizler böylece bir yandan Çakırcalı ile doğrudan görüşürken öbür yandan çete içindeki adamları Kosta ile Çakırcalı çetesinin yaptıklarından haberdar oluyorlardı.

Diğer yandan hükümete Çakırcalı'nın affı için baskı yapıyorlar, sürekli avrupa basınında Çakırcalı çetesi, Ege bölgesindeki asayişsizlik ve can güvenliğinin olmadığı üzerine haberler çıkıyordu.”

Çakırcalı’nın Ölümü

Yaşadığı süre içerisinde efsaneleşen isminin devlet tarafından rahatsızlıkla karşılanması üzerine başına 3000 altın konulmuştu.

1912 yılında Nazilli yakınlarındaki Karıncalı dağ mevkiinde yönetim güçlerince girdiği bir çatışma sonucu, kafası ve elleri kesilmiş, göğsünün derisi yüzülmüş bir halde bulunmuştur. Bu durum, öldükten sonra tanınmaması için efenin kendi istediği doğrultusunda kızanları tarafından gerçekleştirilmiştir.

Çakırcalı, kimi rivayetlere göre sağ kolu Hacı Mustafa tarafından kazayla, kimine göre Sinan adındaki bir kızanı tarafından, kimine göre de müfreze komutanı Yüzbaşı Şükrü Bey’in kardeşi Osman tarafından vurularak öldürülür. Çakırcalı’nın ölümüyle sonuçlanan çatışmada görevli Bayındırlı Mülazım Mehmet Efendi, Vali Nazım Paşa’ya, bu durumu belirit bir de rapor yazar:

“Vali Nazım Paşa Hazretlerine, Şaki–i şerir Çakıcı melhununun naşı maktuludur. Cesetin Çakıcı’ya ait olduğuna dair delil sol kürek kemiği üzerindeki, evvelce Balabanlı köyünde soyunurken gördüğüm badem şeklindeki benidir.

Bu şakiyi yok edene ve başını getirene yönetimce vaat edilen 4000 altına sahip çıkmak isteyen birçok kimse vardır. Çakıcı, serseri bir kurşunla vurulmuştur, bilesiniz. Vurdum diyenlerin iddiası varit değildir. Hatta müfrezelerimiz bu bapda hizmeti sevk etmemişlerdir. Çakıcı’nın başının, ellerinin kesilip alınması, göğüs dersinin yüzülmesi hayli bir zamana tevakkuf edeceğinden ve çete bunlara yapacak kadar müsait zaman bulabilmeleri, müsademenin na ehil ellerde kaldığını gösterir.

Anzavur Ahmet Bey ve Yüzbaşı Tevfik Bey, Alioğlu çiftliğinden kaçtıkları malumaten arz olunur.

İmza:Bayındırlı Mülazım Mehmet Efendi”

Ancak Bayındırlı Mehmet Efendi, aradan çok uzun yıllar geçtikten sonra, 1950 yıllarında yazar Murat Sertoğlu’na Çakırcalı’nın “Yarım Arap” adı verilen bir Manisalı asker tarafından vurulduğunu söylemiştir. Bu olayı bunca zaman saklamasına neden olarak da, Yarım Arap’ın bu olayın duyulması ile birlikte Çakırcalı’nın adamları tarafından öç alınmasından korktuğunu ve kendisine söz verdirdiğini söylemiştir.

Çakırcalı Mehmet Efe’nin ölümü halk arasında büyük üzüntü yaratmış, ağıtlar yakılmıştır. Mezarı Nazilli yakınlarında bir yol kenarında iken 1947 yılında buradan alınarak Ödemiş’in Kayaköyü mezarlığına taşınmıştır.

Çakırcalı Mehmet Efe Osmanlı tarihinin, belki de dünyanın en büyük eşkıyalarından biridir. 15 yıllık eşkıyalığı boyunca 1081 kişiyi öldürdüğü rivayet edilmiştir. Öldürdüğü kişilerin (kafasını veya diğer çeşitli uzuvlarını kesmek, diri diri yakmak… gibi) öldürülüş biçimlerinden dolayı acımasızlığıyla da ün saldı. Bu acımasızlığından dolayı halk arasında seveni olduğu gibi sevmeyeni, düşmanı da vardı. Hatta kendisine, halk tarafından “Kargış” niteliğinden türküler dahi yakıldı.

Diğer çete resilerinin aksine, son derece az adam barındıran Çakırcalı’nın yanındaki adam sayısı olağan üstü durumlar hariç sekiz kişiyi geçmemiştir. Yıllarca sonra aynı bölgede cesareti ve yiğitliğiyle büyük bir üne sahip olan “Gökçen Efe”de Çakırcalı’nın yanında uzun süre kızanlık yapmıştır. Çok iyi de silah kullanabilen efe, bu sayede girdiği seksen kadar çatışmadan sağ salim kurtulmayı başarmıştır.

Çakırcalı Efe’nin diğer bir önemli özelliği ise, kızanlarından farklı olarak son derece yalın bir giysi ve dindar bir kişiliğe sahip olmasından dolayı dizlerinin görünmemesi için diz çakşırı yerine potur giymesidir.

Çakırcalı'yı Levantenler koruyor!

Çakırcalı Mehmet Efe'nin, emperyalist güçlerle olan ilişkilerini Soner Yalçın'da 2004 yılında çıkarttığı “Efendi“ isimli kitabının 33. sayfasında aşağıdaki satırlarla anlatıyor.

"Çakırcalı'yı Levantenler koruyor!

1895 yılının kasım ayında İzmir Valiliğine bir kez daha eski bir sadrazam atandı: Kıbrıslı Kâmil Paşa!

İngiliz çevrelerine yakınlığıyla tanınan Kıbrıslı Kâmil Paşa İzmire gelir gelmez başta Whittalller ve Forbesler olmak üzere İngilizLevanten aileleriyle çok yakın ilişki içine girdi. Bu yakın münasebetler o kadar arttı ki, kentte, "Şehre korku salan Çakırcalı Mehmed Efe'nin eylemlerine bilerek göz yumuyor. Amacı asayişi sabote edip, İngiltere'nin bölgeye müdahalesini temin etmek. Müdahale arkasından ise İzmir'in muhtariyet kazanmasıyla birlikte kendisi de bağımsız vali olacak" dedikoduları yayılmaya başladı.

Kamil Paşa'nm İngilizlerle yakın ilişkisi İzmirde başını belaya soktu. Gerek bu ilişkisi gerekse Çakırcalı Mehmed Efe'yi koruduğu şeklindeki jurnaller Yıldız Sarayına ulaşınca, II. Abdülhamid Kamil Paşadan kurtulmaya karar verdi. Saraydaki dostları sayesinde, azledileceğim öğrenen Kıbrıslı Kâmil Paşa soluğu İzmir İngiltere Konsolosluğunda aldı.

Korktuğu, Midhat Paşanın başına gelenlerin benzerini yaşayacak olmasıydı. Beklediği son gerçekleşmedi. İngiliz hükümetinin girişimleriyle sürgün yerine, doğum yeri Kıbrısta mecburî ikamet etmesine izin verildi.

O dönemde İzmir'in başında sadece tifo gibi salgın hastalıklar belası yoktu. Şehrin etrafını sarmış çeteler de İzmir halkını canından bezdirmişti. Bugün olduğu gibi dün de çeteler sırtını belli güçlere dayamışlardı.

Örneğin İzmirli Whittall ailesi Çakırcalı Mehmed Efenin en büyük destekçisiydi!

Whittalller, Çakırcalıya silah ve cephane yardımında bulunuyordu. Bu kuşkusuz karşılıklı bir çıkar ilişkisiydi.Lojistik desteğin karşılığında Çakırcalı Mehmed Efe, Levantenleri Rum çetelerinden koruyordu!

1887'de Rum Kaptan Foti Çetesi, Bornova'da Whittalller ile Wilkinsonların dört çocuğunu dağa kaldırmış; 800 lira fidye istemiş; Whittalller zaptiyelerden habersiz parayı götürüp çocuklansağ salim teslim almışlardı. Bu olaydan sonra Levantenler güvenlik önlemlerini kendileri almaya başlamışlardı. Gün gelecek namı büyük Çakırcalı Mehmed Efe, Osmanlı Devleti tarafından bağışlanması için, Whittall ailesini aracı sokacak ve affedilip "düze inmesini" sağlayacaktı.

İzmir'deki bu "derin ilişkileri" bilmeden valilik, belediye başkanlığı görevini yürütmek zordu. Kıbrıslı Kâmil Paşa, Levantenlerle,yabancı tüccarlarla ve dipolomatlarla hayli sıcak ilişkisi olan Evliyazade Hacı Mehmed Efendinin görevi bırakmasını bu nedenle hiç

istememişti. Ancak Evliyazade Hacı Mehmed Efendi kararlıydı. Evliyazade Hacı Mehmed Efendiden boşalan İzmir Belediye başkanlığına Hacı Mehmed Eşref Paşa getirildi..." (Soner Yalçın - Efendi – 2004)

İttihatçılar ve Çakıcı Mehmet Efe

Soner Yalçın yine Efendi isimli kitabında İttihatçıların, Çakırcalı Efe ile nasıl temasa geçtiği konusuna ışık tutacak bilgiler veriyor. Kitapta bahsi geçen Doktor Nazım, Selanik’te Enver, Talat ve Cemal Paşa’lar tarafından başlatılan ve Mustafa Kemal’in de sonradan dahil olduğu İttihatçılar hareketinin İzmir ve havarisinden sorumlu kişi olarak göze çarpıyor. Doktor Nazım Bey, Sultan Abdulhamid tarafından ülke sınırlarına girişi yasaklandığı için, İzmir’e Tütüncü Yakup Ağa olarak gelip, İkiçeşmelik civarında göstermelik bir tütün dükkanı açarak, faaliyetlerini sürdürür. İzmir’de İttihatçılara gerekli desteği bulduğuna inandıktan sonra Aydın’a gitmeye karar verir. Sonrasını Soner Yalçın’ın Efendi’sinden takip ediyoruz ;

“Doktor Nâzım, "ne olur ne olmaz" diye düşünüp, dükkânı kapatarak Aydın'a gitmeye karar verdi. Evliyazade Refik cemiyete üye değildi, daha tanışmamışlardı bile. Bir süre ortalıkta gözükmemenin iyi olacağını düşündü. Gidişi merak uyandırmasın diye sağa sola haber bıraktı. Dükkân için mal alacak, civar köylerde tanıdıklarını görüp hasret giderecekti. Dönüşü uzun sürebilirdi. Dükkânı kilitledi, esnaf komşularına veda edip yola çıktı. Doktor Nâzım tütüncülük, fesçilik, yeri gelince hocalık ve de falcılık yapıyordu. İlişki kurmak, halkın ilgisini çekmek için her yolu deniyordu. Aydın ve yöresinde kıyafetini değil ama adını değiştirdi: "Tütüncü Yakub Ağa", "Hoca Yakub Efendi" oldu!

Aydın'da ilk uğrak yeri Hacıilyas köyüydü. Arkasından Kaya köyüne geçti.

Doktor Nâzım'ın bu köyleri seçmesinin bir nedeni vardı. Adı daha yaşarken bir efsane haline gelmiş Çakırcalı Mehmed Efe'yle görüşmek istiyordu. Amacı Rumeli'de isyan patladığında, Ege dağlarından isyana destek sağlamaktı. Çakırcalı Mehmed Efe, İngiliz Whittall ailesi sayesinde, dağdan düze inmiş ve Kaya köyüne yerleşmişti. Osmanlı Devleti'nin hukukundan umudunu kesenler, eşkıyalara haraç vermekten bıkanlar, komşularıyla sorunlarını çözemeyenler soluğu Çakırcalı Mehmed Efe'nin yanında alıyordu. Bu nedenle Kaya köyündeki evi hiç boş kalmıyordu. O gün gelen misafirler arasında Hoca Yakub Efendi de vardı. Ne adını ne de kendini o çevrede görmemiş efenin kızanları, adının "Hoca Yakub Efendi" olduğunu söyleyen kişiden şüphelenmişler, ama Tanrı misafiri olduğu için seslerini çıkarmamışlardı; ancak tetikteydiler...

Çakırcalı Mehmed Efe, Doktor Nâzım'ı da diğer konuklarıyla birlikte kabul etti. Önce büyük bir yer sofrasında yemek yendi. Doktor Nâzım herkes gibi yemeğini yedi, sohbetlere katıldı, hiç yabancılık çekmedi. Çakırcalı misafirleriyle tek tek konuştu. Sıra Doktor Nâzım'a gelmişti. Kim olduğunu, nereden geldiğini ve ne istediğini sordu.

Doktor Nâzım, özel olarak görüşmek istediğini söyledi. Efeler daha da tedirgin oldular. Çakırcalı da şaşırdı ama belli etmedi. Zaten diğer misafirleriyle sohbetini bitirmişti, herkesin odayı boşaltmasını istedi. Odada baş başa kalınca Doktor Nâzım söze kendini tanıtarak başladı. Tabiî gerçek adını vermedi. Cemiyetten söz etti. “Kanuni Esasi" ilan edilmeden Osmanlı coğrafyasında ne isyanların bitecek ne de yoksulluğun sona ereceğini uzun uzun örnekler vererek anlattı. Sözün sonunda kendisini cemiyete üye yapmak istediklerini söyledi.

Çakırcalı Mehmed Efe, ittihatçıların adını duymuştu, ama kendini affeden, düze inmesini sağlayan II. Abdülhamid'e karşı bir hareket içine girmesinin imkânsız olduğunu söyledi. Ona göre, II Abdülhamid milletin aleyhine bir hareket içinde olamazdı. Doktor Nâzım sert kayaya çarpmıştı. Çakırcalı'yı kendi saflarına çekemeyeceğini anlayınca, ondan bir söz istedi: birbirlerini hiç görmediklerini, tanışıp konuşmadıklarını, yani sohbetlerinin bir sır olarak kalmasını rica etti. Bu durum Çakırcalı Mehmed Efe'nin de işine gelirdi; aksi halde bir İttihatçı'yla görüşme yapmasının duyulması tekrar dağa çıkmasına neden olabilirdi. Zaten "koruyucu meleği" Kıbrıslı Kâmil Paşa İzmir valiliğinden azledilmişti.

Her an bir saldırıyla karşılaşacağını bekliyordu. Doktor Nâzım, Çakırcalı'yla görüşmesinin ardından Ödemiş gibi yerlerde İttihatçılarla toplantılar yaptıktan sonra İzmir'e döndü. Ayağını dükkândan içeri atmasıyla birlikte iki subayla karşılaştı...

Korktuğu basma gelmedi, subaylardan birini Selanik'teki cemiyetten tanıyordu: Prizrenli Yüzbaşı Süleyman Askerî!... Kucaklaştılar.... Süleyman Askerî Bey, yanındaki subay arkadaşını tanıştırdı: Yüzbaşı Mustafa İsmet (İnönü)!”

A.Neşet Erensoy
(Yazı, daha önce İzmir Folklor Derneği sitesinde yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.