2 Ağustos 2010 Pazartesi

İFD Bayburt'ta V

ŞEMAME

Saat 06:00, Dayı ile ben aynı anda kalktık her gün olduğu gibi.

Akşam 23:00’de yediğimiz yemek ağır geldi. Keşke yemeseydik diyenlerin sayısı oldukça fazla. Sabah kalkması kötü oldu...

Hazırlandık, Artvin ekibi kostümlerini giydi. 08,30’da Kasım Abimiz ve Adiloğlu’nu her zamanki yerimiz Saathane’den aldık. Kahvaltımızı yaptık. İlk gösterimizi yapacağımız Saathane meydanına gitmeden önce, Öğretmen evinin önündeki boşlukta Cüneyt, Adiloğlu ve ben otobüsten enstrümanlarımızı alıp, oturduk kaldırıma.

Ekip henüz kahvaltı salonunu terk etmediği için kendi kendimize ezgiler çalmaya başladık. Bayburt, geldiğimizden beri en soğuk gününe başlamıştı. Bulutlardan güneş görünmüyor, yağmur yağdı yağacakmış gibi duruyordu. Bizde daha karamsar parçalardan örnekler sunuyorduk...

Tam susacaktık ekip çıkageldi. Çekirge’nin organize ettiğini düşündüğüm hadise üzerine hiç istifimiz bozmadan bir Türk Sanat Müziği parçası dökülüverdi parmaklarımızdan. Kaldırımda oturan, soğuktan üşümüş, yorgunluktan bayılmış üç müzisyen ve gelip geçerken bozuk paralarını önümüze bırakan bir ekip, bizi şaşırtmayan ama Bayburt’un alışkın olmadığı bir durum arz ediyordu. 3 YTL ye yakın para birikmişti bir anda önümüzde, hiç bozuntuya vermeden paraları topladık, akabinde başladık Artvin çalmaya. Ekip parasıyla istek parçada bulunmuştu çalmamak mümkün mü?

Saathane’de, sorunsuz br şekilde gösterimizi tamamladıktan sonra, o saate kadar hiç kimsenin haberdar olmadığı bir gösteri daha peydahlandı. İplerin kopma noktasına geldiğini anlayınca, Adiloğlu ve Kasım Abi’nin hatrına sineye çektik. Kasım Abi çok üzgün görünüyordu.

Gösteri Bayburt yeni otogarının temel atma töreniydi. Bütün ekipleri oraya sürüklemişlerdi. Şehrin çıkışına doğru gittik. Yine tüm protokolun konuşmasını dinledik, gösterimizi yaptık ve döndük.

Öğlen yemeğini yedikten sonra kent ormanına çıkmak üzere hareket ettik. Ama hareketten hemen önce yemek yediğimiz yerin yakınında ki kefenciden, ayırttığımız Karadeniz peştemallarını almaya gittik. Derneğimize kostümde kazandırmayı ihmal etmiyorduk. Kasım Abi’nin verdiği bilgilere göre 10 milyon fide ekilmiş bir sahaydı kent ormanı. Yani daha orman değildi. Ama güzel bir mesire alanıydı. Yemyeşil çimenlikler, yanan mangallar dinlendiriyordu bizi...

Gerçi bizim grubun en fazla kaç dakika oturabileceğini sanıyorduk ki, bir iki dakika adaptasyon süresinden sonra, hoparlorlerden duyulan yerel bir türkünün, 10/8 lik ezgisine eşlik etmeye başlamışlardı. Sonrasında gelen 5/8 lik ezgiye de yine bir Artvin figürü ile eşlik ettiler.

Kurulmuş yayla çadırının altında ise Sivas ve Adıyaman ekipleri kendileri çalıp oynuyorlardı. Biz ise duyduğumuz ritme göre herhangi bir yöreden herhangi bir figürü uydurup oynuyorduk. Derken Cücü, Ozi ve Volki bir anda Şemame oynamaya başladılar. Bilenler bilir, oynaması zevkli bir oyun, tabi birazda abartarak oynarsanız daha bi zevkli oluyor.

Kahta grubunun hocalarından sandığım biri çadırın altından bizimkilerin Şemame oynadığını gördü ve çadırın içinden çıkıp yanımıza kadar geldi. Daha sonra davulcusu başta olmak üzere tüm ekibini bizim oynadığımız yere getirdi. Halay gitgide büyüyordu. İş şemame’den çıkmış, çepe dönmüştü. Halay yörelerinin hepsinden ezgiler çalınıyordu.

Gösteri alanı etrafında toplanmış insanlar orayı bırakıp, bizim bulunduğumuz yerin etrafında toplanmaya başlamışlardı. Yaklaşık 30 dakika süren halay töreninden sonra, Vali’nin geldiği ve törenlerin başlayacağı anons edilince kestik halayı.

Sahne sıramız yine Azeriler’den sonra ayarlandı. Bu sefer CD’den oynayacaktık. Azeriler oynamaya başladı, bütün hünerlerini gösteriyorlar 25-30 dakika kadar oynadılar. Ancak oynarlarken ses düzeninde sorunlar çıkmaya başladı. Bu nedenle bizim ekibi bir sıra geri atmayı uygun gördük Araya Silifkeliler girdi. Onlar canlı müzikle oynuyorlardı ama yine de mikrofon kullanmaları gerekiyordu. Silifke ekibinin de şov yaptığını görüncei koşturdum bizim ekibin yanına “Artvin bittikten sonra erkekler sahneyi terk etmiyor Karadeniz oynuyor bizde şov yapacağız” dedim. Ama ekip arasında oyladık yine 2’ye karşı 4 oyla kabul gördü teklif.

Stam bu sırada Silifke ekibi oynamaya devam ederken ses sistemi patladı. Bir kamyonetin kasasına yerleştirilmiş olan mixer, amfi, güç üniteleri iptidai yollarla ses sistemini oluşturuyordu. Hemen kamyonete doğru koştum ve sorunun ne olduğunu öğrenmeye gittim. Enerji yetmiyormuş kabinlere? gibi manasızca bir cevap aldım. Bu arada canlı müzik olduğu için Silifke ekibi sahnede kalmamıştı ama rezalet diz boyuydu. Ekip başları ne dese haklıydı.

Hemen koştum Haktan’a (sunucu olan), bizi en sona bırak, araya Kahta grubunu al dedim. Anlaştık, gruba duyurdum son çıkacağımızı, ayrıca gruba müziğin kesilmesi halinde oynadıkları oyunu bitirip selam verip çıkmalarını söyledim. Adiloğlu ve Cücü otobüse koşup ne olur ne olmaz enstrümanları almışlar hazır bekliyorlardı. Bende elimde CD, her an canlı çalacakmışız gibi dolanıp duruyor, arızanın giderilmesini bekliyordum.

Bu arada Kahta ekibide, tüm hünerlerini sergiliyor, şov üstüne şov yapıyorlardı. Bütün ekiplerin maşallahı vardı. Bizde aşağıda kalamazdık. Derken ses siteminin yapıldığı bir sorunun kalmadığı söylendi. Tüm ekip tedirgin, herkes her an ses gidebilir oyunu yarıda kesebilirizin hesabını yapıyor. Açık hava, yerler çayır, çimen, müzik sistemi ne olur belli değil, ilk kez Karadeniz oynacağız heyecan ve adrenalin had safha da anlaşıldığı gibi.

Hakkımızda şöyle bir anons geldi: “Evet sayın misafirlerimiz, onlar 1500 km öteden geliyorlar, İzmirli dostlarımız henüz yeni bir dernek ama 10 yöre oyunlarını oynuyorlar ve hatta Bayburt bile oynuyorlar ama tereciye tere satmak istemedikleri için, bugün bizlere Artvin yöresi oyunları ile renk katacaklar. Artvin’den hemen sonra Trabzon’dan bir kaç oyun ile bizlere gösterilerini sunacaklar. Karşınızda İzmir Folklor Derneği”...

Haydaaaa! Nerden çıktı bu anons? Bizde Atabarı’nın sözleri söylecek sanıyorduk. Bu ya Kasım Abi’nin yada Adiloğlu’nun işiydi..

Cd hazırlandı, başladı çalmaya. Neyseki Artvin sonuna kadar herhangi bir aksilik olmadı. Geldi sıra Karadeniz’e ve başladı ekip oynamaya. Ekip iyi gidiyor, müzik aksamıyor, seyirciler biraz aşka gelmiş, herşey yolundayken, önce Ozi aksadı ama çok kısa, hızlı bir şekilde topladı. Oyun gayet muntazam bir şekilde devam ediyordu. Artık son düzlük tabir ettiğimiz 10’lu gelmişti sıra ardından gelen beş-yedi aksamazsa başka riskli bölge kalmamıştı. İşte o an beklenen oldu ve ekip koptu hemde doğru oynadığı halde koptu nasıl olduysa, Volkan kilitlendi kaldı. Doğru yapığını bıraktı. Kalanlar devam ediyordu. Volkan hemen toplasa kimsede sorun yok. Volkan beş-yedi boyunca toplayamadı ve en son Ozi’yi de bozdu. Beş-yedi bittikten sonra ikiside topladılar ve son kısımları oynayarak bitirdiler. Herşeye rağmen güzel bir şov sunmuştuk.

Hemen grubu otobüse doğru yönlendirdik. Ekip kendi arasında olayı konuşuyordu. Bu arada sahneyi terk ederken izleyenlerden birisi şu tepkiyi vermişti; “eeee, tabi on yöre oynarlarsa böyle hatalar olur”.. Gülelim mi? Üzülelim mi?

Otobüse kadar Kahta grubunun zurnacısı Hamit Abiyle sohbet ettik. Otobüse bindik ve günün son gösterisini yapmış olmanın rahatlığına bıraktık kendimizi. Binerken Kasım Abi bizi tatlı yemeğe götüreceğini bildirdi. Hep birlikte tatlıcıya gittik. Kimi sütlaç kimi kadayıf istedi. Ben, garsona kadayıfın yanına su getirirmisin dedim. Döndü ters ters baktı, sonra da “inşallah” dedi gitti. Ben, Çekirge ve Cücü şaşkın bakakaldık garsonun ardından... Çok mu zor bir şey istemiştim acaba?

Hepimizin Bayburt’ta ki son günü olduğundan ekip olarak Bayburt’a indik ve 1 saat sürecek alışveriş için Bayburt sokaklarına dağıldık. Ne dağılmak ama herkes koloni halinde geziyor yine...

Bayburt’un bakırları, kömesi, pestili meşhur. Aslında onlarda Bayburt’a has değiller ama olsun. Dolaş dolaş bitirdik Bayburt’u. Herkes hediyelerini almış rahatlamıştı. Gösteriler Kafkas haricinde bitmişti. Yurdumuza dönme zamanı gelmişti. Kasım Abi ve Özgür izin isteyip evlerine gittiler. Çünkü akşam yurtta kalacaklardı.

Akşama kadar eşyalarımızı topladık, kostümlerimizi hazırladık, kendimizi dinlenmeye aldık. Hatta uyuyanlar bile oldu. Akşam programı şöyle; döner yiyeceğiz, yöre gecesine katılıp ödülümüzü alacağız, halikarnasa gideceğiz ve yurtta partiye devam edeceğiz.

Ama bu arada yurtta yapmamız gereken bir şey var; Festival afişlerinden 3 tanesini ayırdık ve birini Kasım Abi, birini Kaptan Murat ve birisini de derneğe bırakmak üzere arkalarına grup olarak tek tek gönlümüzden geçenleri yazıp imzaladık. Akşam törenle sahiplerine teslim edecektik.

Neyse son akşam yemeğimizi yedik, hep birlikte salona gittik yöre gecesi denilen törende yerimizi aldık. Hepimiz aynı şeyleri düşündük, madem Bayburt’ta bir salon vardı niye gösteriler burada yapılmadı?

Ödülümüzü aldıktan sonra hepbirlikte diskoya gitmek üzere kapıya çıktık. Azeriler evlerine dönüyorlardı. Grup olarak fotolar çekildikten ve Tür-Azeri Kültür elçilerimiz vedalaştıktan sonra Azerileri uğurladık ve bizler diskoya doğru yola çıktık.

Her zamankinden daha neşeli gidiyorduk diskoya, çünkü son gidişimizdi, biraz hüzün, biraz heyecan, biraz eve dönecek olmanın neşesi vardı.

Kasım Abimiz sağolsun, bizi hiç açıkta koymadı, hiçbir istediğimizi geri çevirmedi, diskoya bizi alıştıranda kendisidir zaten. Bizler mazbut, evden işe, işten eve giden çocuklardık. Ne vardı bizi gece hayatına alıştıracak? Hepimiz bir Bayburt seyahatinde diskosuz gece geçiremez olduk. Yemeği cabası, hangi yemek istedikte yapılmadı? Eğer bir kaç gün kalsaydık yengen kumru, karışık sandviç, çipura, turpotu, radika, ebegömeci, şevket-i bostan gibi taleplerimiz olabilirdi.

Son kez geldiğimiz diskoda, kimi son kez gelin bohçası yemeğe gitti, kimi CD ye Foto aktarmaya ama çoğunluk ordan ayrılmadı.

Birde Kahtalılar geldi, başladılar ağıtlar yakmaya. Maşallah hepsi zurnacı, hepsi davulcu biri bırakıyor biri alıyor. Kahta Halk Eğitim müdürü ile tanışma imkanımız oldu. Kendilerine iyi bir ekiplerinin olduğunu belirttik. Eğitmenlerinin ablasının ani rahatsızlığı nedeni ile bu gece yarısı Bayburt’tan ayrılacaklarını öğrendik. Ağıtların yakılma nedeni morallerinin bozuk olmasıymış. Kim ne düşünürse düşünsün bilemem ama bir toplum kendini müzikleri ile ancak bu kadar anlatabilir. Aramızda konuşurken henüz Müdür beyle görüşmemiştik, birisi sordu neden böyle baygın baygın çalıyorlar diye... Çok bildiğimden değil, içimden canları bir şeye sıkkın herhalde ağıt yakıyorlar dedim. Doğru tahmin etmişim.

Ağıtın sonu yine her zaman ki gibi halay oldu. İki ekip bir ekip halinde belki süresi saati bulan halay çektik. Daha sonra vedalaştık, uğurladık.

Kasım Abimizin ertesi gün yayla gelemeyecek olması ve Bayburt’ta hiç Kafkas oynamamız nedeni ile diskoda Kafkas oynadık. Kasım Abimiz kırılacak adam mıydı? Üstüne zeybek ve Artvin’de oynayabilirdik. Neyse yurda döndük, herkes toplaşma yerimiz olan TV salonuna doğru yöneldi. Ben, Cücü başladık müzik icra etmeye, bir kaç türküden sonra grup tamamlandı ve törenler başladı.

Dayı önce Kasım Abi’yi davet etti. Kendisinden, derneğimiz adına vermiş olduğumuz zahmetlerden ötürü özür diledi ve festivalin başından sonuna kadar bize yaptığı hizmetler ve yardımlardan ötürü teşekkür etti. Ve maddi değeri olmayan ama ilerleyen yıllarda baktıkça hepimizi hatırlayacağını ümit ettiğimiz, hepimizin bir kac cümlelik düşünce ve imzalarını içeren afişi kendisine takdim etti. Duygusal bir andı. Kendi adıma gördüğüm o kadar mihmandar içinde ayrı bir yeri vardı.

Kasım Abimizde bizlere yönelik; ilk kez mihmandarlık yaptığını , bizim gibi bir grupla çalışmanın mutluluğu içerisinde olduğunu ve eğer yaptıysa hatalarını affetmemizi rica etti.

Sırada Kaptan Murat vardı. Yine kahrımızı çok çekenlerden birisiydi. Gerçi biz o ana kadar kahır çektirdiğimizi sanıyorduk ama yine aynı teşekkür faslından sonra almış olduğumuz gelin bohçalarına hücum ettik. Ne demişler; tatlı yiyelim tatlı konuşalım.

Gece yarısına kadar söyledik, oynadık, güldük, eğlendik, sohbet ettik, sızdık uyuduk......

Bayburt’ta son uykumuzu yine güvercin kılıklı sivrisinekler eşiliğinde uyuduk. Şahika hala sapasağlam bizim gözetimimiz altında, Keremcan, sorumluluk konusunda müthiş bir performans sergiliyor ve takdirleri kazanıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.