2 Ağustos 2010 Pazartesi

İFD Bayburt'ta IV

UŞAĞUM HA PURAYA PİRAK ARABANİ !

Sabaha kadar binlerce kere sorti yapan güvercin kılıklı sivri sineklerle ve serin havayla mücadele ettiğimiz bir geceydi. Bir önceki günkü yoğun programımız nedeni ile yorgun yattık. Ama havasından mıdır, suyundan mıdır bilinmez her şeye rağmen dinlenmiş olarak kalktık...

Aslına bakılırsa bir önceki güne kadar, o gün boş günümüzdü. Ama daha öncede belirttiğim gibi festival komitesi yapmış olduğu programa sadık kalamamış, bizi, bir gün önceden bilgi vermek suretiyle Gümüşhane’ye gönderme kararı almış. Bu program harici ne ilk, ne de son gösterimiz. Bu program bozukluğunun, daha doğrusu programsızlığın gruplar tarafından sorun olarak addedilmesi festival komitesi tarafından anormal karşılanıyor...

Gümüşhane programımız belli olunca hep birlikte yaptığımız kahvaltıdan sonra kahve içmek üzere Halikarnas Diskoya gittik. Her zaman ki gibi 25 adet kahve istememiz kriz yaratmıştı Halikarnas’ta ...

Ama ısrarlıydık, türk kahvesi içecektik, gerekirse soyunup kendimiz yapacaktık. Nasılsa Halikarnas bizimdi.

Girdik Halikarnas’a, her zaman ki gibi bir ağaç altında bize hazırlanan yere geçtik, gazeteler alındı, Çekirge, adına yakışır bir serilikte ocağa süzülüp başladı kahveleri yapmaya. Adamların yapamama sebeplerinden birisi de cezve ve fincan sıkıntısıymış. Şimdiye kadarhiç İzmir’den gelen 23 kel tiryaki Türk kahvesini aynı anda istemediği için tedarik etme ihtiyacı hissetmemişler.

Parti parti de olsa yaklaşık 30-40 dakikada tüm grup kahvelerini içmiş, gazetesini okumuş güne başlamıştı. Artık yola çıkma vakti gelmiş, Gümüşhane’ye doğru yola çıkmıştık.

O gün değişik bir gündü herkes için çünkü, ilk defa Zeybek oynanmayacak yerine Artvin oynanacak, dolayısı ile kızlar ilk kez görev alacaktı. Yolda görmediğimiz bir yere gitmenin heyecanı da bu ilklere eklenince herkes biraz daha canlı görünüyordu.

Nusret kaptanın ilk uyarısı ile arabanın hararet yaptığı sanıldı. Murat Kaptan, “her şey yolunda devam” kararı verdikten 10 dakika sonra ise gerçekten hararet sorunuyla karşı karşıya kalacaktık.

İki şehir arasında, bilmediğimiz ama tahminen tam ortada olduğumuz bir mevkiide arabamız bozulmuştu. Kaptan Murat halledilemeyecek bir sorun olmadığını 10 dakika sonra hareket edebileceğimizi belirtti. Bu arada yanlış hatırlamıyorsam ilk kez herhangi bir nedenle durduğumuz bir yerde kimse otobüsten inmemişti.

Bu inmeyişin nedenini bilmiyorum ama ben aşağıdan olayları izlemeye çalışıyordum ki, arka kapı kapalı olduğu halde penceresinden sesler duydum. Birileri cama vurup, yol kenarında duran tabelayı gösteriyordu. Haliyle gidip tabelaya baktım. Boşuna bir acaiplik var demedim. Tabeleya, hınzır yolcunun biri muzur neşriyattan aşağı kalmayacak şekilde nü dolu bir büyük gazete sayfası yapıştırmış. Gariban, herhalde bu yolda gidenlerin canı sıkılmasın istemiş.

Hararetimiz söndükten sonra, yola devam etmeye başladık ve bir süre sonra Gümüşhane’ye girdik. Gümüşhane, Bayburt’tan daha küçük bir alanda, çok daha dağlık bir bölgede konuşlanmış bir şehirdi. Ancak Şehir merkezi daha kalabalık ve daha modern görünümlüydü. Aslında modern görünüm demek biraz yanlış olacak ama sosyal hayat daha fazla görünüyordu.

Bize Bayburt’tan dendiği gibi Belediye binasının önünde durduk. Tahmin edebileceğiniz gibi yine Gümüşhane’nin bizim geleceğimizden haberi yok. Festival boyunca yaptığımız gibi heyetimizle beraber Gümüşhane Belediye Başkanı’nın makamına çıktık ve kendimizi tanıtarak, gösteri yapma talebimizi ilettik. Belediye Başkanı sağolsun bizlerle ilgilendi ve bizleri yönlendirdi. Bir şekilde kendimizi Gümüşhane Kız Öğrenci Yurdu’nda bulduk.

Başkan’ın telefonla bilgi vermesine rağmen, komite sorumlusu orada yoktu. Başladık beklemeye, kimsenin bizim geleceğimizden haberi yok. Herkes bize uzaylı gibi bakıyordu. Allahtan halden anlayan bir tertip komitesi üyesi bizi gördü. Hemen giyinip, soyunma odasını ayarladı ve bizim festivale katılmamızı sağladı. Gümüşhane Vilayet Konağının bahçesinde hazır bulunan tören kıtasına katıldık. Bizden başka gruplarda vardı.

Törenlerden sonra çok kısa bir kortejle gösteri alanına geçtik. Daha modern deyişimin bir sebebi de gösteri alanından olsa gerek. Bayburt’ta iki günde görmediğim kadar adamı, gösteri alanında Gümüşhane’de gördüm, hattı-zatında sahne bile kurulmuştu. Ses düzeni, şölen süslemelerini saymıyorum bile...

Azerilerle başlayacak gösterilerden önce her zaman ki gibi, protokol tribününde oturan tüm davetliler min. 10 dk olacak şekilde konuşmalarını yaptılar. Azeriler sahneye çıkınca ben ekibimizi sahne yanında konuşlandırıp, müzisyenlerin oturması gereken yere geçtim. Sunucu hanımefendinin yanına sokuldum, sıradaki ekibin anonsunda söylemesi gerekenleri yazdırdım.

Azeri ekibi gösterisini bitirdi, sahneye fırlayan sunucu hanım birden şu cümleleri söyledi. “Evet, İzmir Folklor Derneği’ne güzel Azeri oyunları için teşekkür ediyoruz. Şimdi sırada Rize’den gelen misafirlerimiz var.” Söylediği cümlede hiçbirşey tutmuyor. Karman çorman oldu. Rizeliler apar topar sahneye çıkmaya kalktılar. Bizim grup hayatta böyle durumlarda panik olmaz bekler, sırasını kaptırmaz, oyununu oynar. Bizde aşağıda sunucu hanımefendinin sunumunu düzeltmesini sağlarız.

Bu arada canlı müzik çalacağımız için birde sound-check yeni Türkçesi ses kontrolü yapmamız gerekti. Derken müziğe başladık gayet güzel çaldık, bir yerde 12 dansçı ve 3 müzisyen birbirinden bağımsız takıldık. Ben klasik bir adam olduğum için bu çeşitlemeye fazla dayanamadım yine dar kalıplara geri döndüm ve güzelim caz senfonisini sona erdirdim.

Gösterimiz bittikten sonra gözüm ilginç bir detaya takıldı. Tam enstrümanlarımızı topluyorduk ki karşımızda elinde bizim derneğin dövizi ile Kaptan Murat’ı gördüm. Döviz tanıdık, tutan tanıdık olunca ilk başta ilgimi çekmemişti, sonradan jeton düştü? Bu adam bizim derneğin dansçısı değildi. Kaptan şoförümüzdü... Sayısını hatırlamadığım kadar seyahate çıktığım için, her çeşit şoför görmüştümde böylesini görmemiştim. Tüm ekibin dikkatini çeken bu anektod çok hoşumuza gitmişti.

Bir an önce Gümüşhane’yi terk etmemiz gerekiyordu. Çünkü bugün boş günümüz olduğu için Sümela’ya gitme programımız vardı. Gümüşhane yolun yarısında olduğundan gösteri programımızı bozmamış, sadece geciktirmişti. Saatlerimiz 15:30’ u gösteriyordu. Hemen yola çıkabilirsek 17,00 gibi Sümela’da olacak hava kararmadan gezme şansımız doğacaktı.

Nitekim vakit kaybetmeden Zigana’ya doğru düştük yollara...

Tırmanın sonu gelmeyecek gibi görünüyor. Ağaçlar ufalıyor, bulutlar altımızda kalmaya başlıyordu. O ana kadar Orta Anadolu‘nun tipik coğrafik özelliklerini taşıyan dağlar, bir tünelle yerini Karadeniz özelliklerine bırakıveriyordu. Yüksek ve denize paralel dağlar, geçit vermeyen sarp zirveler, yüksek ağaçlar, sis, pus, yağmur, karanlık ...

Hamsiköy, Palamutköy derken, Maçka levhasını gördük. Maçka, Sümela arası yaklaşık 10 km. Daha saatlerimiz 17:00 olmamıştı. Çok yüksek dağların arasında olduğumuzdan hava karanlık gibiydi. Sümelaya ulaştığımızda acaip bir su gürültüsü ile karşılaştık.

Ben ve birkaç arkadaş hariç neredeyse tüm ekip ilk defa geliyorlardı. Yeşilin, kartelalara bile yansımamış tonları, çağlayan, akacak mecra bulamayan, gürültüsünden etrafı titreten bir su; yüksek, ucu görünmeyen, ürkütücü görüntüsü ile yüksek dağlar manzara müthişti. Her gün gelsen yine etkileceneğin bir manzara zaten...

Fakat Manastırın olduğu bölgeye çıkış sis nedeni ile erken kapatılmış, sadece sis geçerse aşağıdan görebilmek mümkün. Herkes aşağıda ki büyüleyici manzarayla ilgileniyor yukarıya çıkamamayı dert etmiyordu. O bile bizi etkilemişti. Gerçi iyi ki sis nedeni ile kapalıydı çıkışlar, yoksa oraya tırmanmak gözümde büyüyordu. Çok sarp ve dik bir patikadan çıkılıyordu.

Neyse aşağıda fotograf çekilmeler, akan dereden su içmeler, kızların tek tip giyinebilme istekleri vs. derken bir haberle sis perdesinin gittiği manastırın göründüğü duyuruldu. Hemen karşı kıyıya geçip araba yoluna çıktık. Tepede görünen manzaranın etkisinden kurtulanların ilk tepkisi şu oluyordu “burayı yapanlar düz bir yer bulamamışlarmı?” . Hak verilmeyecek gibi değildi. Aman vermeyen dağları 20km içeriye doğru aş, yetmezmiş gibi yalçın kayalara tırmanıp o mimari yapıyı oraya yap! İnanılır gibi değil.

Ayrılması gerçektende güç oldu. Ekibi en zor toparladığımız yerdi burası, kimse otobüse girmek istemiyordu. Güç bela havanında kararmasıyla Sümelayla vedalaştık. Maçka’da kısa bir mola daha verecektik. Daha sonra hepimizin burnunda tüten yurdumuza dönecektik.

Maçka’da fıkra gibi bir olay yaşadık. Karaaslan kardeşlerin eniştesi Maçka’da yaşıyormuş ve biz Maçka’ya vardığımızda bizi merkez bir yerde bekliyordu. Neyse derken ona da danışarak otubüsü bir süreliğine oraya park edip edemeyeceğimizi sorduk. Cuma akşamı da olduğu için devlet dairesinin önüne kısa bir süre park etmemizin bir sakıncası olmadığı söylendi, arabayı bıraktık.

Bu sırada şoförümüzde daha geldiğimizde kendi penceresinden esnafın birisine sormuş.

Herkes dağıldı Maçka sokaklarına. Buluşma saatine 5 dk kala otobüsün yanına geldim. Kaptanlarımız otobüsün içinde bizleri bekliyorlardı. Derken, mahalli bir abimiz arabaya doğru usulca yanaştı ve şoför penceresine uzandı, Murat Kaptan’a bir şeyler söyledikten sonra arkasını döndü gitti. Konuşma esnasında Murat’ın tipinin değiştiğini görebiliyordum. Nitekim abimiz gittikten sonra, Murat, otobüsten inecek kadar dayanamadı.

Güzel abimiz Murat’a aynen şunları söylemişti. “Uşağum, ha buraya birak arapani!”

25 dk önce Murat’ın “Abi buraya park etmemin bir mahsuru varmı?” diye sorduğu abi bu abi... Biraz incelemiş, idrak etmiş, sormuş, danışmış, kararını verip bizimle paylaşmış...

Bizler hep fıkralarda yaşadık böyle güzellikleri, yolda gelirken gördüğümüz “xxxxxx alabalık restaurantı giderken sağda, dönerken solda, 100m geride” levhasını bile espri olsun diye yaptıklarını düşünmüştük. Sanırız gerçek...

Zigana’yı geri dönerken aşmak daha kolay oldu sanki. Yurda gelmeden öne yiyemediğimiz akşam yemeğini yemek üzere Kasım Abimizle birlikte, Cemre Lokantasına gittik. Kral mihmandarımız Kasım Abi bizim Egeli olduğumuzu bizden önce hatırlayarak, çorbalı, yoğurtlu ve sulu bir yemek hazırlatmış. Ama et yine var...

Gecenin 23:00'de yenilen yemek, yorgunluk, yurtta sıcak su ve yataklarla mis gibi bir uykuya dönüştü.

Yine gece kuşlarından oturmak isteyene engel yok ama sabah kalk borusu 07:30’da ötecek.

Bugün içerisinde Kasım Abimizin muhterem eşi hanımefendi ile tanıştık. Kendisi de bizlere eşlik etti. Dileriz ki iyi bir intibah bırakmışızdır. Çünkü son gecemizde Kasım Abimizin bizimle birlikte yurtta kalmasını rica edecektik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.