21 Temmuz 2010 Çarşamba

İFD Bayburt’ta II

İZMİR’İN ÇAKIRLARI


Yaklaşık 27 saat süren yorucu yol macerasının akabinde, festival heyecanı başlayacaktı. Grubun tamamı, yol yorgunluğunu ve uykusuzluğun acısını sabaha kadar çıkartmak istese de hava değişikliğininde etkisiyle uykularını almış bir şekilde 07,00’den itibaren kalkmaya başladılar. Oysa ki kalk 08,30 olarak belirtilmişti.

Festival, 11,00’de Dede Korkut’un Masat Köyü civarındaki Türbesinde tüm protokolun katılımıyla başlayacaktı. Fakat akşam yapılan görüşmelerde ilk gün programımızın saat 14,30’da kortej ile başlayacak olduğunu öğrenmiştik. Bu nedenle kahvaltıya 09,00’da gitme konusunda, mihmandarlarımızla fikir birliğine varmıştık.
09,00’da mihmandarlarımız eşliğinde, Şahika da dahil olmak üzere, ilk kahvaltımızı yapacağımız Bayburt Öğretmenevi’ne doğru yola çıktık. Tüm grup dinlenmiş olmanın ve yeni bir kente gelmiş olmanın verdiği neşe ile otobüsteki yerini almıştı.

Öğretmenevi’nin önüne geldiğimizde komiteden bir kişi aynı bir önceki akşam karşıladığı gibi “ oooo sosyeteler geldi” diyerek mihmandarımızıın otobüsten inmesine eşlik etti. Gerçek mi, espri mi bilinmez ama İzmir grubuna sosyete demeleri bizlerin bir yandan hoşuna gidiyor, bir yandan da rahatsız ediyordu.

Önde mihmandarlar, arkada kafile; kahvaltı salonuna girdiğimizde bütün grupların kahvaltılarını yapmış olduklarını gördük. Biraz geç kalmıştık ve sivildik. Hemen oracıkta anlayıverdik, festivalin resmi açılışına sadece biz katılmıyorduk.

Kahvaltılarımızı yaparken birden Cüneyt, ben ve bir kaç arkadaş aniden kurulmuşcasına, sofradan pencereye kalktık. Tahmin edileceği gibi, kahvaltısı biten gruplar öğretmenevinin kapısında hem antreman hem gösteriş mahiyetinde maharetlerini sergilemeye başlamışlardı. Sofradan kalkmamıza sebep Acaruli ezgileriydi, Gürcüler kahvaltılarını bitirip kapı önünde prova alıyorlardı.

Daha hiçbir grupla tanışma imkanımız olmamıştı. Bu nedenle kahvaltı masasından bir an önce kalkıp aşağıda bulunmak istiyorduk.

Öğretmenevi’nin bahçesi 4-5 tane çardaktan oluşuyordu. Ama bahçenin dışı geniş bir alandı ve otopark olarak kullanılıyordu. Nitekim kahvaltısını yapan gruplar bu alanda veya çardakta toplanarak hareket saatini bekliyorlardı.

Bizde ilk günün heyecanı ile aşağıda ki yerimizi aldık. Gürcüler, Adıyamanlılar gösterilerini yaptılar. Daha sonra biz önce çarşıya sonra yurda, diğer gruplarla açılış merasimine katılmak üzere oradan ayrıldık. Çarşıya giderek çeşitli ihtiyaclarımızı karşılamak üzere 30 dk.lığına şehir merkezinde durduk. Kimisi terlik, kimisi çarşaf, kimisi temizlik maddeleri alıyordu. Kimisi ise banka arıyordu. Alışveriş bittikten sonra hep birlikte yurdumuza döndük.

13,30’da yemek için şehir merkezinde olacaktık.

Bu arada festival komitesi, sabah kahvaltılarını Öğretmenevi’nde sabit tutup, diğer öğünler için her grubu farklı bir restaurant’a gönderme yolunu seçmişti. Böylelikle her öğünü farklı bir restauratta yiyen gruplar, başka hiçbir grupla çakışmıyordu.

Bize o gün Çoruh Lokantası’nda ilk öğlen yemeğimizi yeme fırsatı verilmişti. Çoruh Lokantasının bir diğer anlamı da, bu lokantanın eskiden mihmandarlarımızdan Adiloğlu’nun ailesine ait olmasıydı.

Neyse 24 kişilik İzmir kafilesi olarak lokantada yerini almıştık. Büyük bir iştahla dönerlerimizi yerken, mihmandarımızın telefonu çaldı. Ve kortej yürüyüşünün 14,30 değil, 14,00’te başlayacağı bildirildi. Saatler 13,45’ti ve yemek yiyorduk. Kostümlerimizin ana parçalarını giymiş, aksesuarları yanımıza almıştık.

Apar topar yemeklerimizi tamamlayıp otobüsümüzle, kortejin başlayacağı yere gittik. Bütün gruplar yavaş yavaş geliyorlardı. Yaklaşık 30-40 dk kadar güneşin altında bekledikten sonra kortej kent merkezine doğru yol almaya başladı.

Önde dövizcimiz Şahika ve sancaktarımız Keremcan, arkasında 6 zeybek, Volkan, Ozan, Emre, Kerem, Tosun, İbo, Zeybeklerin hemen ardında muhteşem müzisyenler Zurnacı Cüneyt ve Davulcu Neşet, bizimde arkamızda Artvin kostümü giymiş kafilenin devamı; Çöpür, Bengi, Eylem, Ece, Esin, Çekirge, Haktan, Kaan. Kostümsüz kalan sadece Dayı ve Sefa..

Allahtan Kasım Abimiz kortej boyunca lojistik destek sağladı da ekipçe bayılmaktan kurtulduk. Kortejde arkamızdan Silifke ve Adıyaman ekipleri geliyordu. Adıyamanlılar 10 davulla korteje katıldıklarından, ne öndeki grupları duyabiliyorduk ne de kendimizi...

Ne varki usta müzisyen Cüneyt’in zurnasıyla icra ettiği, Of of kömür gibi yanıyorum, Onun arabası var, Mehter Marşı, De Get Bayburt türküleri ile neşeli ve disiplinli bir şekilde ilerliyorduk. Görünen oydu ki kortej disiplininde yürüyebilen bir tek bizim grubumuzdu hem muntazam bir şekilde yürüyebiliyorduk, hem egleniyorduk, hemde eğlendiriyorduk.

Yaklaşık 30 dk.lık yürüyüşten sonra Tören alanında hazır bekliyorduk.

Saygı Duruşu, İstiklal Marşı, Açılış Konuşması ve Program derken sıra geldi protokolun konuşmalarına.

İşte bütün grupların en sevdiği kısım...

Sözü alan, festival haricindeki bütün konulara değiniyor, bazen konudan öyle uzaklaşıyor ki toparlayamayacağını anlayınca en yakın yere konuyu bağlayıp konuşmasını sona erdiyordu. Öyle ki konuşmacıların en kısası ya 10 dakika konuşmak yada 5-6 sayfa metni okumak zorunda olduğu gibi bir anlaşma olduğundan şüphelenmedik değil.

Tabii bu bekleme süresinde tüm ekip kostümlü olduğu için ayakta kaldı. Dayı ve Kasım Abi devamli bizler için çalışıyorlardı sular geliyor, mendiller geliyor sürekli bir hareket. Türk- Azeri Kültür elçilerimiz gibi çalışan Karaaslan kardeşler, Azeri kardeşlerimizle muhabbeti koyulmuşlar, ben ve bir kaç kişi Karşıyakalı Asayiş Şube Komiseri ile sohbetin derinliklerine inmişiz, herkes sıramızın gelmesini bekliyordu.

Vali, Belediye Başkanı, Milletvekilleri, Bayburtlu İstanbul milletvekilleri vs derken yaklaşık 2 saat sonra gösteriler başladı. Hemen mihmandarımız aracılığı ile torpilimizi yaptırdık. Bayburt ekibi ve misafir Azerbaycan ekibinin arkasından 3. sırada sahne sıramızı aldık.

Tam ilk ekip oynarken sunucumuz Haktan (karıştırılmasın bahsettiğim Bayburtlu Haktan), bana doğru işaret edip birazda fırçalarcasına, ekibimizi anlatan şiirimizin nerede olduğunu sordu. Sanki daha önceden talep etmiş gibi... Neyse konuya hakim olup, hemen İzmir’in kavakları türküsünün bir 4 lüğünü yazıverdik. Sıra anonsa gelmişti ki sözlerden sonra Haktan’ın ağzından şu sözler dökülüverdi; “İşte karşınızda, İzmir’in çakırları, İzmir Folklor Derneği zeybek oyunları ile karşınızda”...

Açıkcası daha önce hiç böyle anılmamıştık ve aramızda çakır yoktu.

Cüneyt ses ayarlarını yaptıktan sonra davulun tokmas sesi eşliğinde ekibimiz vakur ve heybetli bir şekilde sahnede ki yerini almaya başladı. Kenarda bir kaç kişi hariç diğer tüm izleyenler olağan alkışlıyorlardı. Ama sayıları bir elin parmakların geçmeyecek kadar kişi çılgınca alkışlıyorlardı. Tahmin edebileceğiniz gibi kendileri Bayburt’ta görevli İzmirli veya yakın çevreli kişilerdi. Zeybek oynamamız en çok onları etkilemişti. Oysa ki biz en çok Bayburt Valisi’nin etkileneceğini düşünmüştük. Çünkü kendisi Aydınlı’ydı.

Neyse Cüneyt zurnasını konuşturuyor, ben davulla eşlik etmeye çalışıyor, ekip ise gösterişli oyununu hatasız bir şekilde icra etmeye devam ediyordu. Alkışlar arasında Harmandalı ile gösterimizi sona erdirdik. Ve görevimizi yerine getirmenin rahatlığı ile otobüsümüze doğru yol almaya başladık.

Yurdumuza döndüğümüzde bizi güzel bir sürpriz bekliyordu. Kalorifer kazanı ısınmış, duşlarda, pardon banyoda sıcak sularımız akmaya başlamıştı. Herkes yorgunluğun ve sıcak güneşin etkisinden kurtulmaya çalışıyordu ki Kasım Abi, “ Azeriler sizinle maç yapmak istiyor” dedi. Tam 1500 km yol gitmişiz, ne de olsa Bayburt’ta vatan toprağı meydan okunmuş kaçış olurmu? Hemen kabul ettik, takım hazırlandı, akşam 19-20 arasında maç ayarlandı. Maç kadrosunda olmayanlar da dahil olmak üzere hep birlikte sahaya gittik.

Azeriler yerlerini almışlar ısınıyorlar, seyircileri tribunde yerleşmiş. Bizde hemen takım olarak ve Şahika dahil seyirci olarak yerimizi aldık.

Maça Volkan, Ozan, Çekirge, Tosun, Kerem, İbo kadrıosuyla ve Cüneyt’in amigoluğunda başladık. Bir süre hiç varlık gösteremeyen her iki takım sanki bizi bekliyormuş gibi, Kasım Abi’nin bize çay ısmarladığı sırada iki gol birden buldu. Bizimkiler bir anda 3-0 öne geçtiler. İlk yarı sona erdi ve ikinci yarıda durum 5-1 oldu. Sonra oyuncu değişiklikleri, yorgunluklar derken bir anda skor 5-4 oluverdi. Maçın son dakikalarında tribunlerden bizim takıma gol yemesi konusunda bakılar başladı. Özellikle de ben ve Murat Kaptan’dan. Dostluk maçı berabere bitmeliydi. Tam da bunu anlatmaya çalışırken bir Azeri atağında Hakem (dayı) düdüğünü lehimize çaldı ancak düdüğü duymayan Azeri oyuncu golü attı. Dayı golü iptal etti ve bir kaç dakika sonra maç sona erdi. Bilin bakalım skor kaç kaç bitti.

Tahmin edeceğiniz gibi hakem kararı ile 5-5 beraberle (5-4 bitmesine rağmen) ....

Akşam yemeğinden sonra, yurda dönmek istemeyişimiz ve otobüste yükselen “ Kasım Abi bizi diskoya götür” tezahuratı sonrasında Kral Mihmandarımızın bize tahsis ettiği Bayburt’un Halikarnas Diskosuna (Genç Osman Aile Çay Bahçesi) girişimiz görülmeye değerdi. Genç Osman aslında bir park, Çoruh kenarında şirin, ağaç altı, sakin bir park ama gel gör ki sanki bizim için açılmış. Biz ne istersek o çalınıyor, biz ne istersek oraya masalar kuruluyor. Şımarıyoruz biraz...

Bir kısmımız İnternet Cafe, bir kısmımız gelin bohçası yemeye dağılıyor ama çoğunluk diskoda. Yalnız disconun tek bir eksiği var Türk Kahvesi ve Nescafe yapılamıyor. Çünkü sipariş verildiği zaman 24 kişi birden aynı şeyi istedğinden yetiştiremiyorlar. Dolayısı ile en kolay çözüm yok demek oluyor. Ama ileri de okuyacağınız gibi bu çözüm olmayacak.

Söylemeyi unuttum Şahika’da parkta ve akşam yemeğinde döner yedik.

Dönüşte bir bakkala uğradık Çekirge’nin başından geçen olayla dağıldık. Bakkala girip sigara istiyor. Bakkalda o sigaranın olmadığını söylüyor Çekirge’nin tepkisi ağız dolusu “Yapma yauvvvv” oluyor. Bu “Bana Bir Şeyhler Oluyor” oyununda Yılmaz Erdoğan’ın canlandırdığı karakterin tiplemesi. Bakkal amca dumur pozisyonlarında doğal olarak. Keremcan’ın geliş yolculuğu sırasında kazandığı bu karakter ister istemez dillere pelesenk oluyor. Her bir tepki “yapma yauuuv” ile cevaplanıyor.

Otobüste yurda gidene kadar Rapciki görevimizi de itina ile yerine getiriyoruz. Talihliyi hatırlamıyorum ama sırayla herkes oldu sanırım.

Yurda gelindi ve günün kritiğinin yapıldığı ve ertesi günün programının açıklandığı kısa bir kafile toplantısı yapıldıktan sonra kimi hemen uyudu, kimi banyoya koştu, kimisi de benim gibi TV odasında geyik yapmaya kalktı. Sonra kalk vaktini aksatmayacak şekilde istirahat başladı.

Horlayanlar; ilk 15 dk. Dayı, gecenin belli kısımları ben, Ozi, İbo, sabaha kadar Keremcan...

Sabah kalk 07,30...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.