21 Temmuz 2010 Çarşamba

İFD Bayburt’ta 1

ŞAHİKAAAA

Nefes almakta zorluk çektiğimiz, durduğumuz yerde kan ter içinde kaldığımız, termometrelerin güneş altında 50 dereceyi gösterdiği bir temmuz günü İzmir'den 1500 km uzağa yola çıkıyorduk.

Aslında her şey o ana kadar yolunda gitmişti. Hedefimiz derneğimizin ilk uzun metraj yurt içi gezisini başarı ile sonuçlandırmaktı.

Kadrolar oluştu, ekipler belirlendi, müzikler hazırlandı, tüm hazırlıklar yola çıkmak için tamamdı.

İkisi şoför, biri mihmandar olmak üzere 23 kişi akşam saatlerinde tam da kararlaştırdığımız gibi yola çıktık. Yolumuz çok uzundu saatleri, tabelaları, kilometreleri sayarak bitecek cinsten değildi. Hesaplarımıza göre 26 saatte Bayburt a ulaşacaktık.

Derneğin kapısına geldiğinde tanışma şansını yakalayacağımız kaptan şoförümüz Murat'ın ve Bayburt'a vardıktan sonra çok sert bir ifade ile bizleri karşılayan mihmandarımız Kasım Abi'nin bu kadroya bu kadar çabuk adapte olacağını, hatta simge olacağını hiç birimiz tahmin etmiyorduk.

İlk molamızı Salihli'de verdik. Sadece 5 dk süren mola anlaşılacağı üzere sigara içenler için verilmişti. Bu yolun bu tip molalarla bitmeyeceğini, ilk mola sonrasında otobüse duyurduktan sonra bir sonraki molamızı Afyon'da gece yarısında verecektik. Herkesin tek istediği vardı, sucuk ekmek yemek ... Nitekim Afyon'da bu fasıl çok uzun süremeyen bir molayla geçildi. Uzun süremedi çünkü o gün belkide orası içinde ilginç gelen bir anons duyuldu.

" İzmir yönünden Bayburt yönünde gitmekte olan İzmir Folklor Derneği dansçıları mola süreniz dolmuştur. Tesislerimizi ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederiz."

2 kez tekrarlanan bu anons sonrasında biz yola çıkarken, tesislerdeki ziyaretçiler meraklı gözlerle bizleri süzüyorlardı.

Genelde uyku ile geçen Ankara ve Kırıkkale'den sonra Yozgat'a varmadan kahvaltı molası vermek için bir tesis seçtik. Herkes yanında getirdiği börek, boğaca, kek vs. masalara çıkarttı ve mükellef bir sofra hazırlandı. Yine aynı yerde miskinliğimizi atmak, fiziksel dinamiğimizi geri kazanmak için kısa bir Artvin ve Zeybek çalışmasını meraklı gözler eşliğinde bu tesislerde aldık.

Yozgat'ta kısa bir mazot molasından sonra, Sivas'a ulaştığımızda yola çıkalık 18 saat olmuştu bile. Artık bir öğle yemeği yememiz gerekiyordu. Fakat Sivas'tan önce ve sonrasında yaklaşık 40 dk boyunca yolda bir tesis bulamadık. Mecburen yol üstünde bulunan Hafik ilçesine girdik. Belki ilçe içerisinde buluruz diye. Daha sonra ufacık bir tabela dikkatimizi çekti. "Hafik Gölü Alabalık Restaurantı". Tabii hemen rota o yöne doğru değişti. Biraz gecikmelide olsa çok lezzetli bir yemeği, muhteşem doğa manzarası eşliğinde yiyerek yolumuza devam ettik. O ana kadar geçen 20 saatlik yolculuğumuz boyunca hiç bir sorunla karşılaşmamıştık.

Artık Doğu'ya doğru geldiğimizin belirtileri görülmeye başlamıştı. Devamlık yükselen dağlar, sürekli tırmanma durumunda olmamızdan da anlaşılıyordu aslında.

Bu arada otobüsün içi de sadece oturup, uyumuyordu, gelişmeler yaşanıyordu ve eğlenceler başlamıştı. Örneğin daha İzmir sınırlarını terk etmeden, Keremcan'a sorumluluk verdik. Kendisi Şahika'dan sorumlu olacaktı. Aklınıza gelebilecek herşeyden... Kim bilebilirdi ki bu sorumluluk tüm seyahat boyunca sürsün ve İzmir'de ailesine teslim edilmeye kadar devam etsin. Aslında espri ile dile getirilen bu sorumluluk gizliden gizliye tüm ekip içinde vardı. Aramızda ilk kez seyahate çıkan genç arkadaşların olması, onların üzerlerine titrememize neden oluyordu. Önde şoförlerin nöbetçileri devamlı değişiyor, Şahika periyodik olarak Keremcan tarafından kontrol ediliyordu.

Her mola sonrasında otobüs sayımı şu şekilde oluyordu; "Şahika burada mı Keremcan?" Sonrasında ise ikinci soru "Ece ve Emre Karaaslan buradalar mı?" Ne de olsa onların ilk seyahatleri idi ve aramızda ki en genç arkadaşlardı. Bu zaman içinde "7 kızımız otobüste mi?" şeklinde değişim gösterdi. Günü geldi "6 zeybek arabada mı?", "12 Artvin dançısı burda mı?" şeklinde de kullanıldı.

Neyse nerde kalmıştık? Hafik gölünde uzun süre bir yemek yedikten sonra artık biraz yol almamız gerekiyordu. Keremcan tarafından Şahika'da kontrol edildikten sonra, yol mihmandarımız Adiloğlu'nun sizi kestirmeden götüreyim teklifi Kaptan Murat tarafından da tereddütsüz kabul edildi.

Sonunda pişman olacağımız bir teklif olduğunu, yaklaşık 1 saat sonra Cüneyt'in feryatları ile anladık. Dağa tırmandığımız tek şeritli yol, yükseldikçe pek ürkütücü görünüyordu. Arka sağda oturan Cüneyt ise her virajda uçurumun üstünden atlamış gibi oluyordu. Şakayla karışık feryatların ardından, seyahat boyunca bunun gibi bir çok dağı aşacağımızı ve aslında bazen korku dolu gözlerle etrafı izleyeceğimizi bilmiyorduk.

Gölova şirin bir dağ kasabası, mecburi olarak verdiğimiz mazot molasında kafilede ihtiyaç gidermek istedi ancak benzinlik bunu karşılayacak türden değildi. Bu nedenle kızları benzinliğin karşısındaki karakola, erkekleri de tarım bürosuna yönlendirdik. Görüntüleme şansımız olmadı ama kızlarımız yolculuğun ilk günlerinde karakolluk olmuşlardı.

Bitmek bilmeyen dağ yolları en sonunda Gölova, Şiran arasında bir düzlükte belkide yola çıktığımızdan beri ilk defa 90 km hız sınırını geçtik. Amaç hava kararmadan Bayburt'a ulaşmaktı. Ama çok uzun sürmedi bu hızı görmemiz. Çünkü radar tabir edilen ekip arabasını ettik, o da bizi farketmiş olacak ki eliyle "hayırlı işler hayırlı yolculuklar" demek istediğini anladık.

Bir süre sonra bu el işaretinin "çok fazla gidemezsiniz" manasına geldiğini anlamamiz için diğer polis otosunun görememiz yeterli oldu.

Şoförler, Adiloğlu ve ben aşağıya indik. Amaç en kötü şartlarda memurun etrafında zeybek oynamaktı. Memur beyin önce telsiz sonra cep telefonu görüşmesinin bitmesini bekledik. Ancak anlaşılan konuşmalardan birisinde bizimle ilgili konuşuluyordu. Neyse görüşmeleri bitti bize döndü ;

- "Arkadaşlar hız sınırını kısa bir sürede olsa geçmişsiniz" dedi.

- " Memur bey, geldiğimiz 1300 km boyunca hiç ihlal etmedik ilk defa ıssız yolda hız yapma durumunda kaldık. Hız sınırını çok az ihlal etmiş olabiliriz. Çünkü, Bayburt'a yetişmemiz gerekiyor. Valilik tarafından davetliyiz, şenliklere katılmak üzere İzmir'den geliyoruz" dedik.

Bu diyalogtan sonra memur bey büyük bir anlayışla bir daha tekrarlanmayacağını ümit ederek bizleri İzmir'den gelmemizin hatırına serbest bıraktı. Ancak son olarak aslında radarın açık olmadığını, İzmir plakasını görünce durdurup bir ihtiyacımızın olup olmadığını sormak istediğini belirtti. Bırakmasaydı haklıydı ama o yoldanda günde en fazla 5 araba geçtiği üzerine de iddiaya girebilirim.

Yolumuzun son aşamalarına gelmiştik ve yol bitmek bilmiyordu. Hava hafiften kararmaya başlamıştı. Tahmin ettiğimiz vakti 1,5 saat aşmıştık. Hafik Gölü'nde bir yemek için 2 saat ayırdığımızdan kaynaklanıyordu bu gecikme..

Bizler için bütün yolculuğa denk gelecek kadar uzun bir süre, Kelkit'ten Bayburt'a ulaşmak için bekledik. Geldiğimiz yer Kelkit'ti. Kısa bir mola verildi. Bu molada üst baş düzeltildi, otobüsün dağınıklığı biraz giderildi, havanın soğuması nedeni ile uzun kollu ceketler bagajdan çıkartıldı. Bayburt'a varmadan önceki son uğraktan -Adiloğlu'na göre- Şahika'da dahil olmak üzere kalkıldı.

Artık hava kararmıştı, yolda gördüğümüz küçük bir ışık kümesini Bayburt'un bir mahallesi sanmaya başladık. Derken önümüze nispeten daha kalabalık bir ışık kümesi çıktı. Tamam şimdi oldu derken orasıda Gümüşhane'nin Köse ilçesi çıktı. Artık ümidimizi kestik bu Bayburt'a gelemeyeceğiz diyorduk ki, işte Bayburt huzurlarınızda anonsu geldi. Ve esaslı bir yolculuktan sonra Bayburt'a vardık

İlk olarak Belediye binasının önüne gittik. Festival komitesi tarafından karşılandık.

Daha sonra akşam yemeğimizi yemek üzere kentin bir ucunda ki restauranta götürüldük. (Kentin bir ucundan diğer ucu yürüyerek 30, otobüsle 5 dk sürüyor) Burada bizi mihmandarımız Kasım Abi karşıladı.

Bayburt'ta ki ilk akşam yemeğimizde, grup afiyetle ilk Bayburt yemeklerini yerken; ben ve mihmandarımız Adiloğlu ve diğer mihmandarımız Kasım Abi; festival programı, kalacak yer vs. gibi konuları konuştuk.

Asık suratlı, gözlerini bir yere dikip devamlı oraya bakarak konuşan, sert mizaçlı Kasım Abi'nin bize İmam Hatip Lisesinin yurdunda kalacağımızı söylemesi ile akşam yemeğini bitirdik. (Kasım abinin gözlerini dikip baktığı yer meğerse canlı alabalık havuzuymuş, sonradan öğrendik. Abimiz alabalık meraklısıymış.)

Hep birlikte 5 günümüzü geçireceğimiz yurdumuza doğru yola çıktık. Yurt şehrin bir diğer ucundaymış. Yolda Cüneyt, İlgazi kardeşler ve erkek tıfılımız Emre espri patlamaları yaptılar. Bunları yaparken sert mihmandarımız Kasım Abi otobüsün içindeydi ve kimse farkında değildi. Bu tip esprileri henüz huyunu suyunu bilmediğimiz kişi veya kişilerin yanında yapmamak konusunda grupla anlaştık.

Ama yinede Cüneyt'in esprisini belirtmek gerekir ki, yemekte bize dağıtılan Bayburt Belediyesi şapkalarını bütün kafileye dağıttık, hatta kafalarına taktık. Cüneyt'te bunun üzerine otobüse binerken "hepimiz Cilalı İbo gibi olduk" esprisini patlattı. Daha huyunu suyunu öğrenmediğimiz bir yerde biraz daha temkinli olmalıydık.

Yurt 3 katlı, tipik askeri görünümlü idi. Erkeklere yaklaşık 300 kişinin konaklayabileceği yatakhane(koğuş), bayan arkadaşlarımıza 8 kişilik misafirhane koğuşu verildi.

Sabah programımız 09,00 da başladığı için ekibe 08,30 kalkış komutu verildikten sonra 3 kişi hariç istirahate çekildik. Ben, Volkan ve Cüneyt bahçede temiz hava ve sessizlik içinde bir süre daha sohbet etmeyi tercih ettik. Bu arada koğuşun asker koğuşuna benzemesi anıları depreştirmiş olacak ki aşağıda 1 saati aşkın süre konumuzu askerlik teşkil etti.

Not: Aslında yazıya başlığını veren Şahika dünya tatlısı bir kardeşimizdir. Keremcan'ın sorumluluk olayına göstermiş olduğu hassasiyet sayesinde Şahika seyahatte amaç haline gelmiştir. Seyahatimizin uzun süre anımsanacağını düşünerek umarız yanlış anlaşılmadan yazılarımızı tamamlarız. Sürc-ü lisan ettiysek affola...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.