1 Ağustos 2019 Perşembe

Tour de Thrace | Day 1 | İzmir - İstanbul Stage

Temmuz ayı boyunca Fransa Bisiklet Turu (Tour de France) izleyip ardından yola çıkarsanız, başlığın da Tour de Thrace olmasını istemek dayet doğal çünkü bu yazı dizisinde okuyacaklarınız aynı TDF'deki gibi birbirinden farklı etaplarda birbirinden farklı koşullarda yaşanmış bir gezi hikayesidir. Bu başlık açıklamasını yaptıktan sonra konumuza girebiliriz. 

Yıllarca gezen ve gezilerinin çoğunu karayoluyla yapan, bu alışkanlığını eşiyle birlikte devam ettiren  birisi olarak 6-7 senedir uzun metraj bir seyahat yapamamış olmanın verdiği özlem ve heyecanla, geçtiğimiz seneden, bu seneye ertelediğimiz Trakya turu için İzmir'de hazırlıklarımızı tamamlayıp, İstanbul, Kırklareli, Gelibolu için konaklama planlarımızı yaptıktan sonra yola çıktık. 


İlk rotamızı İzmir'den yola çıkıp İstanbul'a varmak üzere planlamıştık. Yol üzerinde bir gezi planımız yoktu. Sabah saatlerinde İzmir'den çıkıp eski yol üzerinden Manisa , Saruhanlı, Akhisar rotasını izleyecektik. Neden yeni açılan otobanı tercih etmediğimize gelince, eğer mesai giriş/çıkış saatlerine denk gelmiyorsa ve vakit sorununuz yoksa hiç bir avantajı olmayan bir yol otoban. Bana göre 38TL gibi fahiş bir fiyatla. Üstelik yolu da çok kısalttığı söylenemez, sadece basabildiğiniz ve ışığa yakalanmadığınız için daha seri oluyor o kadar. Oysaki Sabuncubeli tünelinin açılması ile Akhisar'a artık 50 dakika içerisinde varmanız olası. 

Susurluk'ta mola vermeyi planlayarak nonstop ilerlemeye devam ettik. Yol üzerinde Akhisar Balıkesir arasında üzerinden geçtiğimiz İkizcetepe Baraj Gölü'nün eşsiz manzarası çok güzeldi. Eğer önceden bilgimiz olsaydı bu gölün etrafındaki imkanları araştırır burada biraz vakit geçirmek isteyebilirdik. 

Balıkesir'i ve enteresan trafiğini de geride bıraktıktan sonra ilk molamızı Susurluk Yörsan Tesisleri'nde verdik. Susurluk ayranı ve çift kaşarlı tost geleneğini yerine getirmeden olmaz. Ama tesis biraz yenilenmiş sanki bir marka ile ortaklık oluşmuş, biraz fabrikasyona dönmüş gibi geldi bize. Kasadan yaptığınız alışverişle size bir kart veriliyor, oturduğunuz masadaki aparata o kartı takıyorsunuz ve siparişiniz gelip sizi buluyor. Böylesine modern bir sistem kurulmuş ama işleyişte yeterli kalitede değil. Çünkü sizin adisyonu üstlenen garson sadece ana siparişi getirip gerisini masada size soruyor. Yani şöyle yorumlayabiliriz, yarı otomatik bir sistem. Susurluk'ta Yörsan ve muadilleri Yasa ve Susurluk Belediye Tesisleri arasında fiyat olarak çok fark yok. Hepsi uygun fiyatlarda. Ritüeli yerine getirdikten sonra tekrar yola koyulduk. 

Yolumuzun üzerinde her geçişimizde görmekten dolayı bizi heyecanlandıran Karacabey At Çiftliği'ne doğru yola koyulduk. Muhteşem büyüklükte bir tesis bir gün ziyaret edip gezmek isteriz ama tesisler oldukça büyük umarız bir tur organizasyonu vardır içeride... Bence yoksa Tarım Bakanlığı acil olarak düşünmeli. Burası mükemmel bir turistik alan olabilir. Biraz kel tepelere sahip ama ağaçlandırılmamasının bir sebebi vardır mutlaka. 

Karacabey'i geçtikten sonra zaten artık Bursa'ya gelmiş sayın kendinizi çünkü Ulubat Gölü'nü boyunca geçtikten sonra otoban başlıyor ve Bursa şehir merkezine girmeden direk olarak olarak Yalova'ya kadar gidebiliyorsunuz. Bizde öyle yaptık. Yalova - Pendik feribotu mu? Osman Gazi Köprüsü mü? tercihlerinden köprüyü zaman kaybetmemek adına tercih ettik. Çünkü Feribot'u 30 dk bekleyecektik ve geçişte çok büyük bir ekonomik kazanç yoktu. Bari vakitten kaybetmeyelim diye köprüye devam ettik. Zaten köprüden geçip karşıya geçtiğimizde daha hala feribot sırası bekliyor olacaktık. 

Rotamızı konaklayacağımız Kartal'daki evimize doğru çevirdik. Yaklaşık 6 saatte (içinde 1 saat molası da var) İstanbul'a girmiş olduk. 

Akşam üzeri bir saat olduğundan hemen yerleşip, üzerimizi değiştirip kendimizi sokağa attık. İstanbul'da araba kullanmak için emekli olmanız, bol vakit ve paranızın olması ve bir o kadar da sabırlı olmanız gerek. Bizim gibi kısıtlı zamana sahipseniz mutlaka toplu ulaşım araçlarını tercih edin. Biz de öyle yaptık. Kartal Sahili'nden geçen Marmaray'a kendimizi attık. Biliyorsunuz bundan bir kaç sene evvel Haydarpaşa Garı'nın iptal edilmesi ile birlikte banliyö trenleri iptal olmuştu. Halkalı'dan kalkıp, boğazın altından geçerek Anadolu yakasına gelen Marmaray hattını bu banliyö hattına bağlayarak Halkalı - Gebze hattını oluşturdular. Henüz bir kaç aylık geçmişi var ama inanılmaz faydalı olmuş. Tek kusuru banliyö hattını kullandığı için biraz sık istasyonu var ve yavaş. Ama olsun yine de Kartal'dan Suadiye'ye 22 dakikada vardık. Akşam saati arabayla bunu yapmak neredeyse imkansız. 

Suadiye'de inip kendimizi Cadde'ye attık. Bağdat Caddesi her zamanki canlılığında diyemedim çünkü yaz ayı olmasının verdiği bir tenhalık söz konusuydu. Diğer yandan sanıyorum cadde üzerindeki fahiş konut kiraları işletmeleri kaçıran diğer bir unsur olmuş ki çok sayıda boş dükkan gözümüze çarptı. Suadiye, Şaşkınbakkal, Caddebostan boyunca yürüyüp acıktığımızı hissettik ve kendimizi tavsiye üzerine Brasserie Polonez'i tercih ettik. Cadde üzerinde bir masa bulup hemen konuşlandık. Menüyü incelediğimizde oldukça çeşitli bir menü olduğunu ve fiyatların da hiç o kadar abartılı olmadığını söyleyebiliriz. Gayet lezzetli yemekleri yedikten sonra mekan hakkında olumlu bir kaç şey söylemek isterdim ama zaten Google üzerinden baktığınızda 1800 kişinin yorum yaptığı mekanın 4.3/5 ortalama beğeni aldığını görebilirsiniz. Sadece tavsiye edeceğimiz az söyleyin çünkü servisleri büyük ve mutlaka Felafelli Salata'sını tadın... Lübnan mutfağı ile Ege mutfağı ancak bu kadar güzel entegre edilebilir. 

Bir süre daha caddede vakit geçirdikten sonra yol yorgunluğunu da göze alarak direk olarak geri döndük. Konakladığımız manzaranın tadını çıkartmak için sabırsızlanıyorduk. Adalar manzaralı balkonda, Sabiha Gökçen'e inen uçakların kuğu gibi süzülüşünü izleyerek gecenin serinliğinin tadını çıkartarak ilk günü tamamladık. 

Ertesi günü için planımız kızımızı Kidzania'ya götürmek sonrasında vakit kalırsa Adile Sultan Kasrı ve Barış Manço müzesini gezmekti. 

Bu ve bir kaç yazımızı fotolarla süsleyemeyeceğiz çünkü Google Fotoğraflar'ın azizliğine uğradık ve çektiğimiz tüm resimler uçtu gitti. Anılarımızda bir parça olarak kaldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.