29 Mart 2012 Perşembe

Paris'te Sonbahar - II

İlk günümüz sabahtan öğlene kadar sürecek şehir turu ile başlıyordu. Bu Cafe Tur'un ücretsiz hizmetiydi. Rehberimiz Hakan Bey gelerek bizi otelimizden aldı ve bir otobüsle turumuza başladık. Turumuzun rotası boyunca Paris'te görmeniz gereken en önemli ve en meşhur yerleri üstünkörü görecektik. Rehberimiz sağolsun gerekli tüm bilgileri magazinel bir şekilde anlattı. Detaylı gezmek istediğimiz turları parasıyla satın almak durumundaydık ki turun daha önce Paris'e gelmiş tek kişisi olarak daha İzmir'deyken satın aldığım Eyfel Biletimi sallamam rehberin benden ekstra kazanma hayalini suya düşürdü.

Sırası doğru olmayabilir, D'orsay Müzesi, Galeri La Fayette, Opera Binası, Şanzelize (Champ De Ellysess), Özgürlük Heykeli, Eyfel Kulesi, Seine Nehri, Notre Damme neredeyse görmemiz gereken her yerin önünden geçerek yerlerini belirliyorduk. Bu benim gibi daha önce gelmiş olanlar için birer hatırlatma olarak faydalı bir gezi oldu. Birde magazinel bir tanıtım eşliğinde olunca çok keyifliydi açıkcası.

En son Louvre Müzesinin yan girişinde (elbetteki bir adı var ama hatırlayamadım) Türkler ve Japonlar tarafından oldukça beğenilen tax-free bir alışveriş merkezinin önünde turumuz sona erdi.

Önünde indiğimiz mağazanın vitrininde Türkçe "Türk müşterilerimize %20 iskonto uygulanmaktadır" tabelasını görünce neden orada indiğimizi anladım. İçeride 5 Türk personel vardı. 150 avronun üzerinde yapılan alışverişlerde vergi avantajı indiriminden yararlanılıyordu. Gezdik tozduk bir şey almadık ancak Paris'e geleli 20 saat olmuştu neredeyse daha Türkçe'den başka bir dil konuşmamıştık.

Halka karışma vakti.

Biliyorum ya kafamda rutu çizdim. Louvre gezilecek üstün körü bir şekilde, sonra Saint Michel'e doğru yürünecek sonra Şapel gezilecek sonra yorgunluktan bir yerde mola verecektik.

Ama önce karnımızı doyurmak için Louvre sırasınca uzanan sayısız fast-food'çulardan birisine oturduk. Eşimin yemekteki seçiciliği benimse yeni lezzetlere açıklığım menümüze de yansıdı. O bir parça pizza söyledi. Bense keçi peynirli Fransız usülü panini*. Hayatımda binlerce çeşit yemek yedim. hiç birisini tabakta bırakmışlığım yoktur. İlk lokmamla birlikte bırakmam ve aç kalmam bir oldu. Öyle bir lezzetki Türkiye'ye dönene kadar burnuma kokusu, damağıma tadı gelecekti. Keçi peyniri pişince iyi olmuyormuş. Onu öğrendim.

Neyse yemek deneyimim ilk geceki kadar iyi değildi. Başladık Louvre bahçesinde yürümeye. Fotoğraflar çekiyoruz bildiğim kadarı ile biraz anlatıyorum. (Bildiğim denizde bir damla su kadar zaten) mükemmel bir saray. Her gelen hanedan biraz daha genişletince devasa bir saray haline gelmiş. Ama sayın Mitterand, sevgilisine dünyanın en büyük elmasını hediye etmeyi vaat etmeseydi daha bir güzel olacakmış. Evet bir zamanların Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand Beyefendi, alenen metresi durumundaki Louvre Müzesi Müdiresi'nin gönlünü hoş eylemek üzere o muhteşem tarihi sarayın orta yerine cam piramidi dikivermiş. Müdire hanım her gördüğünde aşkının ona hediyesini hatırlıyormuş. Piramid ışıkları yandığında elmas gibi parladığından çok güzel bir hediye olmuş ama sadece müdireye...

Ha bu arada Paris rahberliği yapan kuzenimin online verdiği bilgi mesajı şöyle; "Musée Palais du Louvre. 12. YY sonunda Kral II. Philipe için inşa edildi. 17. YY sonlarında kraliyet Versaille'a taşınıncaya dek saray olarak kullanıldı."

Louvre'da yaklaşık 1 saat harcadıktan sonra yavaş yavaş karşı yakaya geçiyor ve Saint Michel'e doğru yürüyoruz. Bu esnada nehir boyunca sıralanmış bir örnek satıcı tezgahlarının bir çoğunun daha açılmadığını farkediyoruz. Buraya gelmeden 2 önce okumuştum Avrupa'nın en tembel insanları Fransızlarmış haftada sadece 28 saat çalışırlarmış. Belli saatler 3 oldu hala dükkan açmamışlar.

Saint Michel meydanında doğru giderken aşk köprüsünde bir mola verdik ama biz genele uymadık. Kentin iki yakasını birbirine bağlayan 28 köprüden birisi olan Aşıklar Köprüsü metalden korkuluklarına binlerce çiftin çeşit çeşit asma kilitleri ile aşklarını kilitlemesinden alıyor adını. Dünyanın hemen hemen her ülkesinden gelen çiftlerin astığı kilitlenmiş.

Ve Seine nehrinin ortasındaki adalardan birisine geçiyoruz. Bu adada dünyanın en ünlü katedrallerinden birisi var. Notre Dame Katedrali.  Devasa ve büyüleyici. 1100'lü yıllarda yapımına başlanmış enteresan bir yapı.. 1800'lerde şehir plancıları yıkmak istediğinde Victor Hugo halkın dikkatini bu yapıya çekmek için dünya çapında ün kazandıran eseri "Notre Dame'in Kamburu" isimli romanını yazarak kilisenin kurtulmasını sağlamış. "Yapımı yaklaşık 2 YY sürdü. Avrupa'nın en büyük Gotik yapısı." (ne olduğunu anlamışsınızdır bu notun.)

Önündeki kuyruk 100 metre kadar ama korkulacak bir şey yok insanlar medeniyetten sıraya giriyorlar. Girişin ücretli olmasından değil. Sadece Katedralin tepesine çıkmak isterseniz para ödüyorsunuz. İçini gezmek bedava. İçerisin daha önce gezdiğimde hiç sevmemiştim. Zaten hiçbir kiliseyi sevmem. Karanlık ve soğuk gelir hep bana. İçeride sembolik bir ayin vardı. mum yakanlar, dua edenler, ağlayanlar, fotoğraf çekenler... Görevlilerin işi zor ama nizam hiç bozulmuyor.

Neyse yaklaşık 15-20 dakika süren gezimizin sonunda yorgunluğumuz had safhaya varıyor ve Şarlman önünde en az onun kadar çirkin bir fotoğraf çekilip Facebook'a ekledik ki dünya alem görsün nerde olduğumuzu :) "Her Türk'ün tarih dersinden hatırladığı Kral Charlemagne'ın heykeli."

Bir kafeye oturup soluklansak fena olmayacak. Hava bulutlu gibi ama sıcak, tshirtle gezmeye müsait ama üşürsünüz. Kalın giyinirseniz terlersiniz. Sinir bozucu bir sonbahar havası işte.

Ne yapalım ne edelim derken otele gidip bir duş alıp yükümüzü bıraktıktan sonra yeni bir tura çıkmayı düşündük. Ama herkesin düşündüğünün tersine yaklaşık 4 km'lik Katedral, Trinite Şapeli arasını metroyla değil yürüyerek geçtik. Geçmeseydik yolda şarap butiklerine uğrayıp nasıl o lezzetli şaraplardan alabilirdik ki?

Adamların şarap dükkanların hayranlık verici. Bizdeki mini bakkallar büyüklüğünde. Ama içinde yüzlerce çeşit şarap var. Hangi birisini alacağını bilemiyorsun. Zaten çalışmadan geldiysen öylemesine bir şarap seçip kaderine bırakıyorsun. Şarap butikleri hemen hemen her caddede var. 2 avrodan 2000 avroya kadar her türde ve fiyatta şarap görebilirsiniz. Bir Türk şarabına rastlamış değilim. Bu konuda alacak çok yolumuz var.

Oteldeyiz ve duş nefis bir şey... Bir saat dinlenceden sonra 5 gibi çıkıyoruz odadan rota...

La Fayette olarak belirlendi.. Çünkü Sacre Coeur'a gidecek takatimiz yok...


* Panini bir çeşit italyan sandviçi. Ekmeğin adından böyle isimlendiriliyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.