27 Mart 2012 Salı

Paris'te Sonbahar - I

Bu yazı Ekim ayında Paris'e yapıtğım 4 günlük bir gezinin özetidir. Keşke 5 ay ara vermeden sıcağı sıcağına yazabilseydim. Yine de tek yazıya sığdıramadığımdan bir kaç bölümde yayınlayacağım.

Yazının içerisinde turum boyunca işim olan tüm firmaların ismi yer alacaktır. İster reklam deyin, ister eleştiri deyin ancak yazıyı okuduktan sonra eğer bu firmalar hakkında bir düşünceniz oluşabilirse ne mutlu...

Ne zamandır yurt dışına çıkmıyordum. Kıbrıs'ı saymazsak Hollanda Konsolosluğu'nun bana yaptığı terbiyesizlikten sonra küsmüş, hiç yurt dışına çıkmamıştım. On yıl olmuş. Eşiminde biraz baskısıyla biraz olsun hatırladığım Paris'e gitmeye karar verdik. Daha önce 1997 senesinde bir günüm geçmişti Paris'te. Tam 24 saat aralıksız gezdiğim Paris hakkında detaylı olmasada genel olarak bir bilgi sahibiydim.

Ağustos ayında yaptığımız araştırmalar ve izinlerimizin ayarlanması ile Ekim'in ilk haftasında Pazartesi gününden Cuma'ya kadar sürecek bir tatil planladık. Bunun için internette çeşitli tur firmalarının arasında araştırma yapa yapa uzman kategorisine yükseldik.

Açıkça belirtmeliyim ki Fransa ve özellikle Paris konusunda en uzman ve en güvenilir firmalardan birisi Cafe Tour. Zaten firmanın yarı organizasyonu Paris'te. Tur rehberleri Paris'te yaşayan Türklerden oluşuyor. Cafe Tur'un en güzel taraflarından birisi size bir tarih aralığını diretmemesi ve kişisel tatil planınızı 2 kişi bile olsanız organize etmesi. Yani illa bir tur grubu olmanıza veya bir gruba dahil edilmenize gerek yok.

İzmir'de çıkışlı turları konusunda sitelerinde bildirilenle gerçekte olmayan tur haricinde tek sıkıntımız yoğunluklarından dolayı bizim gibi turla gitmeye alışkın olmayan panik müşteriler için zamanında geri bildirim yapamayışları.

Her neyse Cafe Tur'dan bu kadar bahsetmek yeterli. Genel olarak sınıfı geçen bir not aldılar benden. Paris ve Fransa turlarınız için önereceğim tek adrestir. (Bu konuda Paris rehberi olan abiminde referansının olumlu olduğunu belirtmeliyim)

İzmir -İstanbul aktarmasını Atlas Jet ile yaptık. Ne iyi etmişiz bu turun en güzel uçak yolculuğu idi.
İstanbul Havalimanı'ndaki 4 saatlik boşluğu Lounge'de bekleyerek dinlenerek geçiririz diye düşünürken, Tur şirketinin biletlerimizi vermemesi nedeni ile dış hatlar cafelerinde bekleyerek geçirmek zorunda kalmamıza rağmen, seyahatin başlangıç heyecanı ile çokta kafamıza takmadık.

İstanbul-Paris (Charles De Gaulle) uçuşumuz Onur Air'in, Cafe Tur ortak uçuşu ile oldu. Onur Air 3-3,5 saat sürecek olan bir yurt dışı uçuşu için seçebileceği en kötü uçağı seçmişti. Allahtan kontuardaki arkadaş beni görünce size acil çıkış kapısını vereyim rahat edersiniz dedi de uçuşum gidişte rahattı.

İzmir'den İstanbul'a 40 dakikalık uçuşta tüm ikramlar ücretsizken, İstanbul'dan Paris'e 3 saatlik uçuşta suyun bile paralı olması çok sıkıcıydı. Öte yandan yolculuğun yarısını bulan duty-free satışlarıda bakkal dükkanında yolculuk yapıyormuş hissi uyandırdı.

Charles De Gaulle, Paris'in en büyük ve şehre en yakın havaalanı. Onur Air'in anlaşmalı olduğu 3 numaralı terminale iniyorsunuz. Antakya havaalanından farksız küçük bir binadan ibaret. Duty-Free yok. Sizden başka yolcu yok. Rahatsınız. Dolayısı ile gümrük işlemlerinde ve bavul beklemede sıkıntı olmuyor.

Kapıda bizi tur şirketimizin ayarladığı 3 minibüs ve rehber arkadaşlar bekliyordu. Sorunsuz bir şekilde otelimize kadar vardık.

Bu arada belirtmem gereken bir şey var. Otel tercihi konusunda size çok sayıda seçenek sunuyorlar siz arasından tercih ediyorsunuz. Ben azıcık Paris bilgimin olmasının avantajını kullanarak şehir merkezinde bir oteli biraz daha pahalı olmasına rağmen tercih etmiştim. Benim gibi düşünen 6 kişi daha varmış. Toplam 8 kişi Saint Lazarré caddesindeki Hotel Langlois'e akşam hava kararmasına yakın bir saatte vardık.

Eşyalarımızı resepsiyona indirdikten sonra ilk şokumuzu yaşadık çünkü otel görevlileri Türkçe karşıladılar bizi. Öğrendik ki otelin sahibi bir Türk, hem de tanınmış bir isim İnan Kıraç. Genelde Türk personele iş veriyor.

Otelimiz 1800'lü yılların sonlarına kadar banka olarak kullanılmış, eski Paris'in ortasında sıkışmış kalmış eski ve tarihi bir bina. Ancak meşhur Opera Binasına ve La Fayette'e yürüyüş mesafesi olarak 3 dakika mesafede. Hemen köşesinde metro istasyonu olması da avantaj tabiki.

Odamız cadde tarafına bakıyor ancak sanıldığı gibi gürültülü bir cadde değil. Zaten adamlarda bizim gibi gürültülü ulaşım araçları yok. Balkonumuzdan Trinite Bazilikası çok haşmetli bir gönümle görünüyor. Odalardan geniş olanını seçmişiz ancak hijyen açısından çok iyi olduğunu söyleyemeyeceğim.

İlk akşamımızda yol yorgunluğunun da etkisi ile çok fazla dağıtmadan uzaklaşmadan bir yemek yiyerek ve biraz yürüyerek geri dönmeyi planladık. Ve hemen 50 metre ötemizdeki Trinite meydanındaki 2-3 Brasserie* arasından birini tercih ettik Royal Trinite. Oturmadan önce bir menü alarak inceledik. (Ki Fransa'nın genelinde menüler mekanın dışında bir yerde fiyatları ile sergilenir. Sergilenmezse de isteyip bakarak oturmaya karar vermelisiniz.)

Önümde oturan Japon çocuk harika bir et yiyordu. Antrikot.. Bende aynısından istedim. Eşimin et ile arası pek olmadığından ve domuz ürünleri yemekten çekindiğinden makarna söyledi. Birerde bira tabiki. Halbuki şarap daha ucuzdu ve beşiğindeydik.

Bana gelen yemek harikaydı. Eşim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim çünkü seçtiği makarnanın üstüne yumurta kırmışlar ve çokta pişirmemişler. Özelliği buymuş. Çokhoş değildi.  İçecek, salata ve yemek tatlısı ile birlikte 19€ tuttu. 2 kişi 38€. (bir not sakın yiyip içerken TL'ye çevirmeyin aç kalırsınız. Çünkü 38€ yaklaşık 95 TL tutuyor.) 4 gün toplamda 8 öğün demek bu hesapla 800 TL'ye yakın tutarki neredeyse seyahat fiyatı.

Yemeğimizi yedikten sonra yorgunluğumuz iyice belirginleşti. Ancak saatlerimiz henüz 9 olmuştu ve biraz yürüyüp otelimize dönmek fikri daha cazipti. Brasserie'den çıkıp hemen 2 dakika mesafedeki La Fayette civarına gittik. Bir köşesi Opera Binası, diğer 3 köşesi La Fayette olan küçük bir meydancıktı Chaussée d'Antin - La Fayette. Görüntü cazipti ancak Opera haricinde hayat yoktu etrafta. İzmir'de yaşayanlar için örnekleyeyim Çankaya'dan farksızdı.

Rue de La Fayette boyunca biraz yürüdük. İrili ufaklı bir çok brasserie gördük. Hepsinde de insanlar oturuyordu. Bizim büfe diye tabir edebileceğimiz büyüklükte mekanlar enteresan şekilde sempatik ve sıcaktı. Yaklaşık 1 saatlik yürüyüşten sonra odalarımıza geldik ve yorucu bir seyahatin ilk dinlenmesini gerçekleştirdik.

 * Brasserie : Hem yemek yiyebileceğiniz, hem aperatifleri bulunan cafe,bar tarzındaki yerlere verilen genel ad.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.