15 Eylül 2010 Çarşamba

Antakya

1939 yılında Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılan Hatay, bir diğer ismi ile Antakya, ülkemizin güzel noktalarından birisidir. Antakya ile tanışmam 1995 yılına denk gelir. Ancak Antakya'yı ilk ziyaretim 2000 yılında gerçekleşti. Arada geçen 5 sene içerisinde o kadar çok Antakya övülmüştü ki, gidip gezmem gerekliydi. İlk gidişimde sadece 2 gün kalabilmiş ve çok soğuk bir havada gezme imkanım doğmuştu. Ancak bir daha geleceğime dair kendime söz vermiş bu sözü ancak 2008 senesinde tutabilmiştim. Nitekim Antakya bende çok güzel izler bıraktığı için umarım bir kaç kez daha gidebilme imkanı bulabilirim...

Antakya aslen Hatay ilinin şehir merkezinin adı. Hatay dediğiniz zaman Samandağ, Reyhanlı, Kırıkhan, İskenderun'da içerisine giriyor. Ancak ben sadece şehir merkezini anlatacağım için Antakya ismi daha doğru olacaktır.
Asi nehrinin ortadan ayırdığı kentin iki yakası birbirinden çok farklı özellikler taşıyor. Her ne kadar bu görüşüme Antakyalı arkadaşlarım katılmasa da bence nehrin bir yanı Batılı, modern bir kent, diğer yakası ise tipik oryantal yani doğu ve hatta Arap izleri taşıyor. Taşımaması imkansız çünkü kentin azımsanamayacak kadar çok olan bir Arap kökenli nüfusu var. Aslında kent tam bir kozmopolit bir kent. Arap, Türk, Kürt kökenlilerin yanısıra, Hristiyan, Musevi, Müslüman, Süryani vatandaşları var.

Kentin en büyük özelliklerinden birisi bir sokak içerisinde konumlanmış olan Havra, Cami ve Kilise'nin dinlerin kardeşliğinin en güzel örneğini sergiliyor olması. Kentin benim tabirimle oryantal yakasında yer alan bu sokakta kilise ile cami aynı avlu içerisinde yer alıyor. Havra ise biraz aşağıda.

Kentin bu kesiminde evler daha çok doğu mimarisinin özelliklerini gösteriyor. Ve sanki Şam'daymışsınız hissi uyandırıyor. Büyük çarşısında ise Antakya'nın yöresel ürünlerini bulabilirsiniz. Defne sabunu, yöresel ipek kumaşları ve ipekli ürünleri, her türlü meyve kurusunu vs...

Kentin öteki yakası ise sonradan iskan edilmiş olduğundan daha modern bir görünüme sahip. Bu tarafta genelde önemli markaların mağazaları, lüks kafeler, lüks restaurantlar ve güzel dizaynlı evler bulunuyor.

Antakya deyince akla ilk gelenlerden birisi mutfağı olsa gerek. Özellikle de Kağıda kebap, Künefe, Şam Oruk, Katık Ekmeği, Humus, Bezirgani anlatılamayacak lezzetler. Kesinlikle gidip yerinde görmeniz gerekli. Özellikle de Türkiye çapında her şehirde bulabileceğiniz künefeyi Antakya'da yemenizi tavsiye ederim. Çünkü hiç bir yerde Antakya'da yapıldığı gibi yapılmıyor.

Antakya, dünyanın en büyük ikinci mozik müzesine sahip bir kent. Ayrıca Saint Pierre kilisesi Hristiyan aleminin ilk kiliselerinden birisidir. Ayrıca Hazreti Musa ağacı kentin görülmeden dönülmeyecek noktalarından birisidir. 1,5 dönümlük bir alanı kaplayan dalları ile muazzam heybetli bir görünüme sahi bu ağacın hikayesi şöyle anlatılır; "Hz. Hıdır ve Hz. Musa denizden çıkarlar ve birlikte Hıdırbey Köyü'ne gelirler. Hz. Musa asasını su kenarına koyar ve su içer. Daha sonra yoluna devam ederek kendi adı ile bilenen Musa Dağı'na çıkar. Döndüğünde asasının yeşerdiğini görür. O yeşeren ağacın bu ağaç olduğu söylenir."

Harbiye'den bahsetmeyeceğim sanılmasın, Antakya'nın en güzel yerlerinden birisi Harbiye. Vadinin üzerinden baktığınızda eğer yazın en ortalarında değilseniz duyacağınız ses sizi ürkütebilir. Ve vadinin içerisine girmek istemeyebilirsiniz. Ama hayatınızın en büyük hatası olur. İniş kısmında sorun olmasa da çıkmak istemeyeksiniz, ancak çıkarkende biraz yorulacaksınız.

Kente 7 km. uzaklıktaki bu güzel yer, aslında Daphne yani defne kentidir. Işık tanrısı Apollon'dan kaçan dünyalar güzeli Daphne'nin burada toprak tanrısı tarafından ağaca dönüştürülerek korunduğu anlatılır. Vadinin neredeyse tamamı defne ağaçları ile doludur. Her köşe başından bir şelale akmaktadır. Neredeyse her şelalenin altında ise bir restaurant ve kafe sizi ağırlamak için beklemektedir. Ayaklarınızın altından geçen sular yazın ortasında bile olsanız sizi bahar serinliğine götürür.

Vadinin üst kısmında yer alan ipekçilerde, ülkenin en güzel el dokuma ipeklerini bulabilirsiniz. Aynı zamanda vadi manzaralı restaurantlarda nefis Antakya mutfağını size sunmak için beklemektedir.

Antakya ile ilgili anlatılacak o kadar çok şey varki, yazılara sığmayacak. Belki ileride sadece mutfağının konu alan bir yazı ile Antakya serisine devam edebilirim. Ama eğer hala görmediyseniz bir bahar mutlaka Antakya'ya yolunuzu düşürün. Çıkmaz sokak gibi gelse bile.

01 Ağustos 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.